Yeni Nesil Nasıl Bir BT Politikası İstiyor?

0
Bu güne kadar işletmelerin BT bölümleri sert politikaları ile bilinir ve özellikle katı kurallar pek sorgulanmadan uygulanmak zorunda kalınırdı. Artık bu durum değişiyor. 27-29 Nisan tarihleri arasında IDG Enterprise tarafından San Francisco‘da düzenlenen CITE (Consumerization of IT in the Enterprise) konferasının ana başlığı; genç nesil, bilgi teknolojilerini kullanım alışkanlıkları ve bunun konvansiyonel BT bölümlerine etkisiydi. http://www.dreamstime.com/stock-photography-front-view-unhappy-boss-showing-thumb-down-image8871552Eski kuşak BT yöneticilerinin bile yakından bildiği bir gerçek şu ki artık BYOD (bring your own devices – kendi cihazını kendin getir), Cloud (bulut) gibi kavramlar her geçen gün BT bölümlerinin yapısını daha fazla kurum dışında gelişen etkenler ile yönetilmesini mecburi hale getiriyor. Konvansiyonel BT bölümleri bu gelişmeleri yönetmek için politikalarındaki “Hayır” ve “Yasak” yaklaşımlarını arttırırken genç kuşak çalışanlar bu uygulamlara karşı tavır alarak memnuniyetsizliklerini ifade ediyorlar. BT yöneticilerinin çalışan memnuniyetsizliği ve işletmenin BT güvenliği arasında ince bir çizgide hareket etmek zorunda kalması üzerlerindeki mesuliyet ve gerilimi arttırıyor. Yüzbinlerce kullanıcının binlerce uygulama ile bulut tabanlı çözümler üzerinde gerçekleştirdiği milyarlarca farklı veriyi toplayan ve analiz eden Netskope Pazarlama Başkanı Jamie Bernett; “Bu gün ortalama bir işletmede 461 bulut tabanlı uygulama kullanılıyor” diyor ve ekliyor; “Bu BT bölümünün ön gördüğünün neredeyse 10 katı fazlası.” İşletmelerdeki genç nesil çalışanlar izin verilip verilmediğine bakmaksızın Box veya Dropbox gibi bulut tabanlı çözümleri kullanıyorlar ve günün sonunda üretken olduklarını düşünerek bununla övünüyorlar. Ancak BT yöneticileri her geçen gün daha fazla ağ ve yetki politikası tanımı yaparak bu durumu aşmaya çalıştıkça kötü adam ünvanı ile ödüllendiriliyor.
Bu gün ortalama bir işletmede 461 bulut tabanlı uygulama kullanılıyor  

Çözüm Nerede?

Çözüm hayatın kendi içinden geliyor. Oldukça hareketli ve hiperaktif bir çocuğunuz olduğunu düşünün. Ne yapardınız? Uzmanlara göre hareketlerini sınırlamak çocuğun psikolojisini bozabilir ve onu saldırgan hale getirebilir. Bu yüzden onun güvenliğini göz önüne alarak yeterli hareket alanını sağlamalısınız.

Bu Gelişmeler Ne Anlama Geliyor?

quit[mks_dropcap size=”20″ bg_color=”#000000″ txt_color=”#dd3333″]Şirketler için;[/mks_dropcap] Yasakçı ve engelleyici kurum güvenlik politikaları artık işe yaramıyor. Güvenliğin tanımının yeniden yapılması ve bunun için doğru risk analizinin gerçekleştirilmesi gerekiyor. Klasik patron mantığı maalesef değişmek zorunda, aksi takdirde verimli genç çalışanları bünyenizde bulundurmayı unutabilirsiniz. [mks_dropcap size=”20″ bg_color=”#000000″ txt_color=”#dd3333″]BT Uzmanları için;[/mks_dropcap] BT yöneticilerinin çalışanların yeterince serbest hareket edebildiği bir BT politikası oluşturup ancak bunun sınırlarını onların güvenliği için belirlemek gerekiyor. Bu  noktada en büyük yardımı yine bu değişimi beraberinde getiren bulut servislerinde aramaları doğru bir seçenek olabilir.  

Konum Tabanlı Reklamcılığın Geleceği

0
Artık pek çok teknoloji haberinin girişinde okumaya alıştığımız bir cümle ile başlamak gerekiyor bu yazıya; “Mobil teknolojilerin önlenemez yükselişi ile akıllı telefonlar ve tabletler hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geliyor.” Bu durum hızla yükselmekte olan yeni pazarların doğuşuna şahit olmamızı sağlıyor. Bunlardan birisi de Konum Tabanlı Reklamcılık (LBA – Location Based Advertising). location_webcover Berg Insight tarafından gerçekleştirilen bir araştırma sonucunda yayınlanan rapora göre 2013 yılında 1,66 milyar dolar büyüklüğündeki Konum Tabanlı Reklam pazarı 2018 yılında 14,8 milyar dolar büyüklüğe ulaşacak. Bu rakam 2018 yılında 38 milyar doları geçeceği tahmin edilen küresel mobil reklam pazarının yüzde 38,6’sına denk geliyor. Öte yandan tüm küresel dijital reklam pazarının yüzde 7’si ve reklam pazarının yüzde 2’sine eşit. Berg Insight’ın araştırmasında altını çizdiği önemli bir nokta iBeacon gibi gerçek zamanlı mobil reklamcılığa yönelik Düşük Enerjili Bluetooth (BLE – Bluetooth Low Energy) çözümleri 2014 yılına kadar geliştirilecek yenilikçi uygulamarda yükseliş gösterecek. Berh Insight analistlerinden Rickard Andersson bu noktada; “BLE pazarı 2013 yılında Apple’ın bu alana girmesi ile birlikte canlandı” diyor ve ekliyor; “Gelişen BLE pazarında PayPal, Qualcomm gibi farklı firmalar ile birlikte Estimote, Swirl ve Shopkick gibi girişimleri de görüyoruz.”
“Gelişen BLE pazarında PayPal, Qualcomm gibi farklı firmalar ile birlikte Estimote, Swirl ve Shopkick gibi girişimleri de görüyoruz.”
Rapora göre LBA uygulamalarının yaygınlaşmasında mobil cihazlar kadar sosyal ağların da önemli bir rolü olacak. Üstelik şu anda LBA bütçelerinden en yüksek payı yine bu tarz sosyal ağlar ve uygulamalar almakta. Bu uygulamaların pazardaki paylaşımı ise sırasıyla şu şekilde gruplanıyor;
  • Birinci Grup: Genel Sosyal Ağlar, mesaj uygulamaları, arkadaşlık uygulamaları ve oyunlar
  • İkinci Grup: Haritalar ve navigasyon uygulamaları

Bu Gelişmeler Ne Anlama Geliyor?

Şirketler için; Konum Tabanlı Reklamlar özellikle perakende pazarında son tüketiciye ulaşmak zorunda olan veya bunu isteyen işletmelerin yakından takip etmesi gereken bir gelişme. Doğru zamanlama ve kurgu ile uygulanacak kampanyaların başarı oranları konvansiyonel medyadaki reklamlara göre çok daha yüksek olacaktır. İşletmelerin bu fırsatı kaçırmaması gerekiyor. BT Uzmanları için; Konum Tabanlı Reklamların uygulama alanları ve yöntemleri hakkında çok daha fazla araştırma ve teknik bilgi kazanmaya odaklanmaları gerekiyor. Bulut tabanlı çözümler ile birlikte günlük operasyonların ağırlığından kurtulan BT yöneticileri ve çalışanları için şirketlerinin stratejik teknolojileri kullanmalarında yönlendirici pozisyon kazanmaları için doğru bir fırsat sunuyor.

Cisco Güvenlik Tehdit Yönetim Servisini Tanıttı

0
Ölçeği ne olursa olsun her modern işletme giderek artan ölçüde veri merkezi kurup bunları genişletme ihtiyacı duyuyor. Ancak bulut servislerinin bu veri merkezleri ile bütünleşmesi ve mobil cihazlar ile giderek farklılaşan kullanıcı profilleri güvenlik konusunu daha fazla ön plana çıkartıyor. Cisco geçtiğimiz aylarda yayınladığı 2014 Güvenlik Raporunda bu konuya değinerek dünyadaki büyük işletmelerin yüzde 30’unun web sitelerinde zararlı kodlar içeren kaynaklara doğru bir veri akışı olduğunu belirtmişti. Üstelik çoğu zaman bu tehditlerin tespit edilmesi uzun yıllar bile sürebiliyor zira ilgili sitelerin yapısı ve büyüklüğü bu tespit sürecini geciktiriyor.[mks_pullquote align=”right” width=”300″ size=”16″ bg_color=”#000000″ txt_color=”#ffffff”]Dünyadaki büyük işletmelerin yüzde 30’unun web sitelerinde zararlı kodlar içeren kaynaklara doğru bir veri akışı bulunuyor.[/mks_pullquote] Cisco özellikle son yıllarda Güvenlik Grubu Başkanı Chris Young‘un stratejisi ile güvenlik çözümleri ürün ailesini genişletmeye devam ederken en son duyurduğu çözüm Güvenlik Tehdit Yönetim Servisi işletmelerin güvenlik tehditlerinin tespiti ve önlenmesi için pazardaki açığı kapatmayı hedefliyor. Güvenlik Tehdit Yönetim Servisi işletmelerin kendi veri merkezlerine yerleştirecekleri bir donanım olarak sunuluyor ancak bu ürünü benzer çözümlerden ayıran Cisco’nun güvenlik uzmanlarının sisteme erişim yetkisi oluyor. Donanım temel olarak Cisco’nun temel güvenlik çözümlerini bünyesinde barındırıyor. Ancak temel güvenlik önlemlerinin ötesinde Cisco’nun Güvenlik Tehdit Yönetim cihazı ağ yapısı ile alakalı bilgileri toplayarak beklenmedik ve şüpheli durumları analiz ediyor. Daha sonra bu analizler güvenli bir şekilde Cisco’nun operasyon merkezindeki güvenlik uzmanları ile paylaşılarak derinlemesine bir tehdit algılama ve korunma değerlendirilmesi yapılması mümkün hale geliyor. Managed-Security-Service-ProvidersCisco toplanan verilerin kendisi ile güvenli şekilde paylaşıldığını belirtse de geçen yıldan bu yana bazı devletlerin uluslararası istihbarat yapılanmaları ile dijital verileri topladığına yönelik iddiaların ortaya atılması çok önemli bir soruyu gündeme taşımakta.; İşletmeler bu kadar hassas ve kritik bilgilerinin güvenliği açısından Cisco’ya nasıl itimat edebilirler?
AliFuatTurkay
Ali Fuat Türkay
Bu sorumuzun yanıtını Cisco Türkiye Güvenlik Ürünleri Satış Müdürü Ali Fuat Türkay yanıtlıyor; “BT güvenliğinin artık ürün satışından genel bir çözüm yaklaşımına geldiği bir dönemdeyiz. Güvenlik, kurumların altyapılarından veri merkezlerine kadar tüm süreçlerinin bir parçası olmalı ve bu nedenle kurumlar bunu kapsamlı bir servis olarak almayı tercih etmeye başladı. Cisco olarak güvenlik alanındaki geniş ürün yelpazemizi tamamlayıcı nitelikte ve yeni vizyonumuz doğrultusunda bu servisi dünyada sunmaya başladık. Türkiye’deki şirketlerden de yoğun talep alıyoruz ve önümüzdeki dönemde bu servisi Türkiye’de de başlatma konusundaki hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Bu servisi sunarken Cisco olarak müşterilerimizin güvenlik süreçlerini operasyon merkezimizden yönetiyoruz, dolayısıyla bu kurumların verilerine değil süreçlerine odaklanıyoruz. Operasyon merkezimiz de bağımsız kuruluşlar tarafından sıklıkla güvenlik testlerine tabi olduğu için aslında güvenlik seviyelerini çok daha yukarılara çekiyoruz. Ayrıca SLA uygulamalarımız da müşterilerimizin veri güvenliğini korumak adına Cisco’nun taahhüdü niteliğinde.” [mks_icon icon=”fa-exclamation-triangle” color=”#000000″]Günün sonunda işletmelerin güvenlik tehditleri ile mücadele ederken daha profesyonel destek alması kaçınılmaz bir ihtiyaç ancak bu ihtiyacı karşılarken doğabilecek farklı riskleri de göz önüne almaları ve doğru risk analizi yaptıklarından emin olmaları gerekiyor.

IBM Power8 İşlemciler Intel’in Sonu mu?

0
IBM Power8 işlemcileri ile çalışan sunucularının üzerindeki perdeyi kaldırdı. 4 milyar transistör içeren ve 22nm teknolojisi ile üretilen Power8 12 çekirdeğe sahip. Her bir çekirdeğinde 512 Kb L2 SRAM ve 8 MBb L3 EDRAM içeren Power8 toplam 6 Mb L2 ve 96 Mb L3 chache barındırıyor. Bunlar ile sınırlı kalmayan Power8 230Gbs hızında 1Tb DRAM desteği sağlıyor. Power8 muhtemelen dünyanın en gelişmiş sunucu işlemcisi konumunda. Ancak IBM’in yenilikçi işlemcisi esas büyük haber değil.
Esas büyük haber; IBM Power8 mimarisini ve belgelerini OpenPower Foundation adını verdiği bir program ile tüm silikon işlemci üreticilerin erişimine açmış olması.
İsterseniz bu gelişmeyi şöyle bir örnek ile açıklayalım. ARM RISC mimarisi ile ürettiği işlemcileri benzer şekilde işlemci üreticilerinin erişimine açmıştı. Qualcomm bu mimariyi temel alan Snapdragon işlemci ailesini üretmeye başladıktan sonra dünyanın en büyük mobil işlemci üreticisi konumuna yerleşti ve şu anda Intel bu alanda maalesef arzu ettiği pazar payının yakınında bile değil.
Power8 sadece en güçlü değil en büyük işlemci.
Şimdi IBM’in Power8 mimarisini açık hale getirmesi ile birlikte Intel’in onlarca yıldır x86 mimarisi ile tartışmasız pazar lideri (yüzde 95 pazar payına sahip) olduğu sunucu işlemcilerinde artık oyun tümüyle değişiyor. IBM’in yaptığı açıklamaya göre Power8 işlemcileri kıyaslanabilir x86 mimarisine sahip işlemcilere göre Büyük Veri hesaplamalarında 50 ila 1.000 kat daha hızlı işlem gücüne sahip. Haziran ayında pazarda 8.000 dolardan başlayan fiyatlar ile görmeye başlayacağımız IBM Power8 işlemcili cihazlar Linux işletim sistemi ile satışa sunulacaklar. Intel açısından değerlendirmemize geri dönecek olursak; masa üstü işlemcilerde son tüketiciye satış gücünü kaybeden Intel, mobil cihazların hızla yükselişi karşısında PC üreticilerine karşı fiyat belirleme gücünü de kaybediyor. Bir yandan giderek güçlenen ARM tabanlı Qualcomm Snapdragon işlemcilerin her an giriş seviyesinde sunucu dünyasında kullanılmaya başlanması tehdidine karşı şimdi de IBM’in Power8 işlemcilerin mimarisini üçüncü parti üreticilere açmış olması Intel için gerçekten panik butonuna basma zamanının geldiği anlamını taşıyor. Peki, Intel’in stratejisi sadece panik butonuna basmak mı olacak? Elbette bu sorunun cevabı hayır. Mobil arenada kaçırdığı trendi Şeylerin Interneti (Internet of Things) ile yakalamak isteyen Intel bu alana ciddi yatırımlar yapıyor. Bu açıdan pazara sunduğu Intel Quark işlemci tabanlı Edison çözümünden daha önce bahsetmiştik. Günün sonunda Intel için işler her geçen gün daha da zorlaşıyor.
Editörün Notu: Şimdilik kötüye gidiyor demenin acımasızlık olduğunu düşünüyorum. Bunun için bir kaç yıl daha beklemek lazım.

Akamai Internet Durum Raporu

0
Akamai dünyanın en büyük CDN (Content Delivery Network – İçerik Dağıtım Ağı) servislerinden birisi. Her yıl çeyrek dönemlerde iki trilyonun üzerinde kayıtlı veriyi analiz ederek Internet’in durumu hakkında özel bir durum raporu yayınlıyor. Akami son olarak 2013 yılının dördüncü çeyreğine (2013Q4) dair verilerin paylaşıldığı Internet Durum Raporunu yayınladı. Rapor bir birinden ilginç veriler içeriyor. Kısaca göz atacak olursak;
  • Dünyanın ortalama en hızlı geniş bant internet erişimine sahip ülkesi 21,9 Mbps ile Güney Kore. Güney Kore’yi Japonya, Hollanda, Hong Kong ve İsviçre takip ediyor.
  • 2013 dördüncü çeyrekte Çin tüm küresel internet saldırılarının yüzde 43’ünün kaynağı oldu. Bir önceki yılın aynı döneminde sadece yüzde 35’ine kaynak olmuştu.
  • Küresel Internet saldırıları trafiğinin kaynağı konumunda sırasıyla ABD, Kanada, Endonezya ve Tayvan Çin’i takip eden ülkeler oldu.
  • Saldırıların hedef aldığı servislerin sırlaması ise şu şekilde olduğunu görüyoruz;
Figure_02_Q4_2013
  • DDoS saldırılarında en çok kurumsal siteler hedef alınırken bu siteleri ticari siteler, medya ve eğlence kuruluşları ve kamu siteleri takip ediyor.
  • İlginç verilerden bir diğer ise 2013 yılında kullanılan küresel IP v4 sayısı 783 milyona yaklaşmış durumda. Bunların 165 milyonu ABD merkezli. Şu anda dünyada IPv4 ile alakalı ciddi bir dar boğaz yaşanıyor ve IPv6‘ya geçiş sürecinin hızlandırılması için çalışmalara ağırlık verilmiş durumda.
  • Türkiye’deki kayıtlı IP sayısı ise 9,9 milyona yaklaşmış bulunuyor.
  • EMEA bölgesindeki ortalama bağlantı hızlarında ise lider ülke 12,4 Mbps ile Hollanda olurken Türkiye 4,3 Mbps ile EMEA bölgesindeki sıralamada 23. ve küresel sıralamada ancak 53. sırada yer alabiliyor.
Akamai Internet Durum Raporu şüphesiz ki küresel Internet verileri açısından büyük önem taşıyor ancak Türkiye açısından rapor sonuçlarını ele aldığımızda özellikle geniş bant bağlantı hızlarındaki ortalamamızın acilen yükseltilmesi gerektiğini görmekteyiz. Bu konuda maalesef oldukça geç kalmış durumdayız ve geç kalmaya devam ediyoruz. Raporun Detay Galerisi Raporun tümüne buradan ulaşabilirsiniz.

Bıkmadınız mı?

0
Her sabah cep telefonunun alarmı ile uyanmaktan, Twitter, Facebook, Instagram akışlarını, Whatsapp mesajlarını ve e-postaları kontrol ederek güne başlamaktan, akşama kadar bir ekran karşısında oturup çalışmaktan, akşam eve dönüp TV karşısında zaman geçirmekten, arada kalan bütün boş zamanları irili ufaklı akıllı telefon ve tablet ekranlarına bakarak doldurmaktan… Kısacası hayatımızın uyku da dahil neredeyse 7/24 her anını işgâl eden teknolojiden bıkmadınız mı? Teknolojiden bıkmış ve usanmışlığın ortasına geri düşüyorum! Ne kadar bıkmış olursam olayım, kendi kendime soruyorum; “Teknolojiyi hayatımdan ne kadar çıkartabilirim?” sonra; “Bir köye göçsem” diye düşünüyorum. İlk aklıma gelen elektriksiz yaşamanın hem kendim hem ailem için zulüm olacağı. Sonra fark ediyorum ki ısınma, sıcak su, temizlik, mutfak gibi tüm ihtiyaçlarım için yine elektrik lazım. Bu adımlar ve düşünceler beni yine başladığım noktaya getiriyor; Teknolojiden bıkmış ve usanmışlığın ortasına geri düşüyorum!
Hayatımın büyük bir kısmını harcadığım teknolojinin eşsiz bir yönünü inkâr etmem mümkün değil. Ne zaman biteceğini bilmediğim ömrümün herhangi bir anında yapabildiğim şeylerin sayısını akıl almaz ölçüde arttırıyor.
Bana sunulan bu hızlı yaşam standartları gerçekten istediğim şey mi? Bunu modern çağın bir dayatması veya baskısı olarak isimlendirebilir miyiz? Ancak bu olumsuz düşünce yumağından biraz arınıp konuyu daha objektif ele aldığımızda değişik bir şey fark ediyorum; sahip olduğum bu teknoloji ile geleceğe yön verme şansım çok daha fazla. Tarihin hiç bir aşamasında insanoğlunun sahip olmadığı bir güce sahibiz. Hayatımızı o kadar mükemmel şekilde programlayabiliriz ki geçmişte insanların yüzlerce yılda elde ettiği ilerlemeyi kişisel, ailesel ve toplumsal olarak yıllar hatta aylar içinde gerçekleştirebiliriz. O zaman kendimize sormamız gereken yeni bir soru ile karşılaşıyoruz; Bu gerçekten umrumuzda mı? Dürüst bir cevap için başınızı ekrandan farklı bir yöne çevirip iki kez düşünmeniz gerekebilir.

Oculus’un Satılması Neden Önemli?

0
Mart ayında Facebook‘un Oculus Rift‘i 2 milyar dolara satın alması öncelikle Facebook kullanıcıları arasında akabinde ise yatırımcılarında beklenmedik bir tepkiye neden olmuştu. Özellikle pek çok yabancı analist henüz ilk ürününü bile pazara sürmemiş bir girişim firması için bu kadar büyük bir yatırımın çok doğru olmadığının altını çizmişti. Oculus Rift‘in geçmişine baktığımızda firmanın ilk kez kendini gösterdiği yer toplu yatırım platformu (Crowdsourcing) Kickstarter olmuştu. 10.000 kadar yatırımcıdan aldığı yatırımı büyük sermaye yatırımcılarının desteği ile sürdüren firma 100 milyon dolar yatırım almıştı. Oculus Rift teknolojisi basit bir anlatım ile sanal gerçeklik başlığından oluşuyor. Baş hareketlerini algılayabilen alıcılar ile yön tayini yapabilen kask sistemi yeni versiyonda gelen HD ekranlar ile kullanıcısına insan gözünün görebileceğinden daha geniş bir alanı kapsayacak şekilde sanal bir görüntü oluşturuyor. İlk anda oyun sektörüne yönelik olarak gibi görülebilecke bu teknolojinin mühendislik, güvenlik, askeri teknolojiler ve benzeri pek çok alanda uygulamasını yapmak gayet mümkün. Facebook’un Oculus firmasını satın almasına dönecek olursak, MarketWatch analistlerinden Jeff Reeves bu satın alma bedelinin Whatsapp gibi olması gereken bedelden çok daha yukarda olduğunun altını çiziyor. Reeves’e göre bu durum Facebook yatırımcılarının onay verdiği bir durum değil ancak Facebook içinde neredeyse tek başına karar verme gücünün tamımını elinde tutan Mark Zuckerberg için; “Neredeyse diktatörsel yönetim anlayışının sonucu olarak bu durum oluştu” yorumunu yapıyor Revees. Aslında olup bitenler sadece Facebook’un bir sanal gerçeklik görüntüleme sistemi üreticisini satın alması ile sınırlı değil. Üç boyutlu oyunların atası sayılan Doom‘un programcısı ve ID Software‘in kurucusu John Carmack‘de şu anda bir Facebook çalışanı. Peki, bir sosyal arkadaşlık ve paylaşım sitesi olan Facebook’da gerçekten neler olup bitiyor? Aslında bu sorunun cevabı Facebook’un büyüme seyrinin içinde saklı olabilir. Pek çok kişinin bildiği gibi Facebook üzerindeki çiftlik ve diğer benzer oyunları ile Zynga Facebook’un büyümesine büyük katkı sağladı. Kısacası Facebook sürekli yenilikçi fikirler ile ortaya çıkan yeni sosyal ağlara karşı elinde alternatif bir koz bulundurması gerektiğini çok iyi biliyor. Bu kozu oyun alanındaki platform niteliğini geliştirmek olarak belirlemiş olabilir. Öte yandan Whatsapp satın alması ile birlikte düşünüldüğünde yeni nesil gençlerin gelecekte iş görüşmeleri için uzun seyahatler yapmak yerine sosyal ağları kullanacağını da şimdiden büyük olasılıkla öngörebiliriz. Ancak bunlardan daha önemlisi Facebook bir internet sayfası olmaktan çıkıp dijital bir dünya kurgulamayı hedefliyor olabilir. İşletmeler için bu gelişmeler ne anlam taşıyor? Günümüzde pek çok Bilgi İşlem Yöneticisi kendilerine Facebook sayfası açılması, Facebook uygulamasının hayata geçirilmesi için gelen taleplere çözüm bulmak zorunda kalıyor. Çok uzak olmayan yakın bir gelecekte bu talepler Facebook platformundaki oyunların içinde yer almak ve sanal Facebook dünyasında yer almak şeklinde karşımıza çıkması gayet muhtemel. İşte bu noktada şirketlerin sadece Facebook üzerinde reklam, sayfa veya uygulama ile var olmanın ötesine geçip olası bir sanal dünya içinde nasıl yer edineceklerine dair strateji geliştirmeye başlamasını gerektiriyor. Bu yüzden Facebook’un Oculus Rift’i satın alması tüm eleştirilere rağmen boşa yapılmış bir yatırım olmanın ötesinde işletmeler için çok daha fazla anlam ifade etmek zorunda.

Mobil Tehdit: HTML5 Uygulamalar

0
Programcılar genellikle iOS, Android gibi popüler akıllı mobil cihaz işletim sistemleri platformlarındaki temel programlama dillerini kullanarak uygulamalarını geliştiriyorlar. Ancak özellikle Android tabanlı cihazların ekran boyutlarındaki farklılıklar ve farklı platformlara daha kolay uygulama geliştirmek için HTML5 popüler uygulama geliştirme dillerinden birisi haline dönüşmeye başladı. Tahminlere göre 2016 yılında mobil uygulamaların yüzde 50’den fazlası HTML5 teknolojisi ile kodlanırken kısmen JavaScript kullanılacak. html5-mobileBu durum uygulama geliştiriciler için büyük kolaylık sağlasa da ABD Syracuse Üniversitesi Profesörlerinden Kevin Du; “bir felakate hızla yaklaşıyoruz” diyerek bu gelişmeyi ele alıyor ve yaşanabilecek bir senaryoyu şöyle özetliyor; “Bir hava alanındaki ücretsiz Wi-Fi bağlantısını kullandığınız anda saldırganlar zararlı kodları telefonunuza yükleyebilir. Bu kodlar kendini kopyalayarak rehberinizdeki tüm arkadaşlarınıza kendisini yollayabilir.” Tamam, elimizde bir felaket senaryosu var fakat bu durum bir senaryo olmanın ötesine taşınabilir mi? SyracuseÜniversitesi Bilgisayar Bilimleri ve Mühendisliği Fakültesinde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre Cross-Device Scripting (XDS) saldırıları HTML5 teknolojisini zayıf yönlerinden birisini oluşturuyor. Bu araştırmanın tam metnine buradan ulaşabilirsiniz. Araştırmanın teknik detaylarına girmeden bu çalışmayı yapan ekibin verdiği dört farklı saldırı senaryosuna göz atacak olursak;
  • Bir hava alanında HTML5 tabanlı bir uygulama ile ücretsiz Wi-Fi noktalarını tararken saldırıya maruz kalabilirsiniz.
  • Eğer aldığınız SMS’leri okumak için HTML5 tabanlı bir uygulama kullanıyorsanız saldırıya maruz kalabilirsiniz.
  • Eğer MP3 dosyalarını dinlemek için HTML5 tabanlı bir uygulama kullanıyorsanız saldırıya maruz kalabilirsiniz.
  • Eğer HTML5 tabanlı bir uygulama ile bir barkod okutursanız saldırıya maruz kalabilirsiniz.
Yukarıdaki senaryolar aslında sosyal medyadaki eylemleriniz ve internet üzerinde gerçekleştirdiğiniz tüm etkileşimleri kapsayabilecek nitelikte olduğunu açıkça görebiliyoruz. Araştırma ekibi şimdiden Android, iOS ve Blackberry sistemlerinde bu tarz işlevler yerine getirebilecek 14 tane HTML5 uygulaması tespit ettiklerini belirtiyorlar. Görünen şu ki BT yöneticileri HTML5 teknolojisini hem uygulama hem de platform olarak kullanırken artık çok daha dikkatli olmaları gerekiyor. Aşağıdaki videodan Profesör Kevi Du’nun gerçekleştirdiği sunumu ve bu saldırıların nasıl gerçekleştirildiğini izleyebilirsiniz.

Finansal Siber Saldırıların Çoğu Türkiyede

0
Kaspersky Lab tarafından yürütülen ‘2013 Finansal Siber Tehditler’ çalışmasına göre siber suçluların, kişisel çevrimiçi hesaplara erişimi giderek artıyor. 2013 yılında, kötü amaçlı finansal yazılımların kullanıldığı siber saldırıların sayısı bir önceki yıla göre yüzde 27,6 artışla 28,4 milyona yükseldi. Türkiye, suç oranının en yüksek olduğu ülkeler arasında yer alıyor. Finansal bilgileri ele geçirmek için tasarlanan programların başında, bankacılık Trojanları, tuş kaydediciler ve biri Bitcoin cüzdanlarından hırsızlık yapan diğeri ise dijital para (cryptocurrency) oluşturmak için yazılım indiren iki kötü amaçlı yazılım geliyor. Bitcoin’i hedef alan faaliyetler, 2013 yılındaki finansal siber saldırılarda görülen büyümenin ardındaki başlıca etkenlerden birini oluşturuyor. Diğer bir etken ise, suçluların, yaygın bir şekilde kullanılan Java platformu üzerinden siber saldırılarda bulunmak için farklı zayıf noktaları keşfetmiş olmaları. Kötü bir şöhrete sahip olan Zbot, Carberp ve SpyEye programları da dahil olmak üzere bankacılık Trojanları, kötü amaçlı finansal yazılımların üçte ikisini oluşturuyor. Bununla birlikte, Bitcoin’i hedef alan zararlı programların faaliyetlerinde görülen artış nedeniyle bu tür kötü amaçlı yazılımların paylaşımı 2012’ye kıyasla azalma gösteriyor. Siber suçluların bu son derece özelleşmiş programlardan çok çeşitli fonksiyonlara sahip Trojanlara geçiş yapmaları ile tuş vuruşlarını ele geçirmeye yarayan kötü amaçlı program tuş kaydedicilerin (keyloggers) kullanım oranında da kademeli bir azalma göze çarpıyor. Finansal siber saldırılarda Türkiye başı çekiyor! Türkiye, finansal siber suçların oranının en fazla olduğu ülkeler arasında yer alıyor. Türkiye ile birlikte Afganistan, Bolivya, Kamerun, Moğolistan, Myanmar, Peru ve Etiyopya’da yaşanan vakalar, toplam rakamın yüzde 12’sinden fazlasını oluşturuyor. Kullanıcılarının banka hesaplarından para çalmaya yarayan mobil uygulamaların sayısında 2013 itibarıyla görülen patlama ile kötü amaçlı mobil yazılımlar segmentinde de oldukça fazla faaliyet göze çarpıyor. Saldırıların büyük çoğunluğu ise Android akıllı telefon kullanıcılarını hedef alıyor. 2013 yılında para çalmak için tasarlanan kötü amaçlı yazılımlar ile finansal siber tehditlerin oranında önemli bir artış görüldüğünü vurgulayan Kaspersky Lab Kıdemli Güvenlik Araştırmacısı Sergey Lozhkin; “Bankacılık Trojanlarının ve finansal verileri hedef alan diğer programların yaygınlığı, siber suçlular tarafından hızlı bir şekilde para elde etmek amacıyla kullanılabilmelerinden kaynaklanıyor. Mevcut tablo, güvenlik yazılımı tedarikçilerini çevrimiçi tehditler karşısında yeni koruma çözümleri geliştirmeye iterken, kullanıcıları ve finans kuruluşlarını da etkin önlemler almak zorunda bırakıyor” dedi. Kaspersky Lab saldırıları engellemede başarılı oluyor  2013 yılında Kaspersky Lab çözümleri, yüzde 31,45’i banka, e-ödeme sistemi ya da çevrimiçi mağazaların isimlerinin kullanılması ile gerçekleştirilen 330 milyondan fazla kimlik avı saldırısını engellemeyi başardı. Bu sayı bir önceki yıla kıyasla %18,6 oranında artışı ifade ediyor.

Bulutta Mülkiyet Haklarının Korunması

0
DVDCopyOrjinal CD veya DVD’lerin kopyalanma hakları ile alakalı tartışmaları hatırlayanlar kimler? Artık nadiren CD veya DVD kullanır hale geldik hatta donanım üreticileri artık daha ince taşınabilir bilgisayarlar üretmek için cihazlarında optik sürücülere yer bile vermiyorlar. Ancak tartışmaları hatırlayacak olursak tüketicilerin sahip olduğu orjinal bir optik medyayı kopyalama hakkının nerede başlayıp bittiği ile alakalı bir tartışma söz konusuydu. Artık devir değişti. Optik ortamlar yerine satın aldığımız uygulamalarımızı internet üzerindeki bulut servislerinde (iTunes Store, Google Play vb.) tutuyoruz. Oyunlarımız Steam hesabında duruyor. Bu alanlara ilk adım atan firmalar liderliği taşırken diğer teknoloji devleri de bu alana giriş yaparak pay sahibi olmaya çalışıyor. Ancak buluttaki gelişmeler farklı durumları gündeme taşımaya başladı. Spotify servisine üyesiniz. Milyonlarca parçayı dilediğiniz gibi dinleyebiliyorsunuz. Peki bu hesabınızı kullandığınız cihazınıza bir hoparlör bağlayıp mağazanızda dinletseniz? TTNET’in TiViBu servisi üzerindeki üyeliğiniz ile güncel bir filmi veya diziyi uygun araçlar ile kaydedip saklasanız? Veya siz bu tarz bir servis verecekseniz benzeri uygulamalar için nasıl önlem almalısınız? Veya izin vermelisiniz? Bir diğer sorun ise kişilerin kontrolündeki bu dijital servislerin sağladığı hakların, kişinin vefatı ile birlikte kime devredileceği? Her iki açıdan da ele alındığında bu sorunların çözümünün son tüketiciler değil uygulama ve servis sağlayıcılar tarafından yapılması gerektiği açıkça görülüyor. Ancak ticari işletmelerin son tüketici hakları üzerindeki hassasiyetlerini belirleyecek olan kuralların çerçevesinin ise devletler tarafından çizilmesi gerekmekte. Gerek Amerika Birleşik Devletleri gerekse Avrupa Birliğinde bulut üzerinden verilen hizmetlerin ve servislerin fikri mülkiyet hakları ile alakalı ciddi araştırmalar yapılmakta ve geleceğe dönük stratejilerin belirlenmesi gerekiyor. Siz değerli okuyucularımızdan da bu konudaki görüşlerinizi bizler ile paylaşmanızı rica ediyoruz zira şimdiden bu konular ile alakalı çalışmalar yapılmaya başlanmaz ise gelecek dönemde yabancı düzenlemelere uymak zorunda kalmaktan başka şansımız kalmayabilir.

Intel Edison’a Güncelleme Geldi

0
Kişisel bilgisayarlar ve sunucuların en önemli bileşenlerinden birisi olan işlemcilerde dünya pazarının büyük ksımını elinde tutan Intel maalesef mobil işlemci pazarına girmekte gecikince bu sektörde liderliği Qualcomm‘a kaptırmıştı. Bu açığı gelecek yılların en büyük devrimlerinden birisi haline gelecek Şeylerin Interneti (Internet of Things – IoT) alanına yatırım yaparak kapatmak isteyen Intel geride bıraktığımız 2013 yılında gerçekleştirdiği Intel Developers Conference (IDF) etkinliğinde yüksek performans ve düşük enerji tüketen işlemcisi Quark‘ı tanıtmıştı.
intel-edison-sd-card-in-hand
Intel Edison SD kart büyüklüğünde
2014 yılının Ocak ayında gerçekleştirilen Consumer Electronic Show (CES) esnasında dünyanın en küçük bilgisayarı Edison‘u tanıtan Intel yeni hedeflediği alanın giyilebilir ürünler olduğunun altını çizmişti. Aradan geçen kısa zamana rağmen Edison‘da güncellemeye giden Intel yaptığı açıklama ile Edison’un alıcı ve kablosuz bağlantı özelliklerini geliştirip iyileştirdiğini duyurdu. Intel Yeni Cihazlar Grubu Başkanı Mike Bell yaptığı açıklamada Edison’un artık üzerine yeni alıcılar takılabilmesi için soketlere sahip olduğunun altını çizerken; “Artık dilediğiniz alıcıyı Edison’a bağlayabilirsiniz” şeklinde açıklama yaptı. Şirketler İçin Ne Anlama Geliyor? Edison boyutları ile hedeflediği giyilebilir ürünler alanı için sınırsız uygulamaların kapısını açıyor. Özellikle Türkiye’deki hazır giyim alanında faaliyet gösterek tekstil işletmeleri Edison’u kullanarak yenilikçi fikirler geliştirebilirler. Daralmakta olan yerli tekstil sektöründe küresel ölçekde başarılı olabilecek ürünler ortaya çıkartılabilir. Konvansiyonel ürünlere ekelenebilecek katma değerli teknoloji kârlılık olanlarını doğrudan etkileyecektir.

iPad için Office 365 Uygulamaları Neyi Değiştirir?

0
Mart ayında Microsoft’un yeni CEO’su Satya Nadella uzun süredir beklenen Microsoft Office iPad sürümünün yayınlandığını duyurmuştu. iPad için yayınlanan MS Office Word, Excel ve PowerPoint uygulamalarını içeriyor. Her bir uygulama iTunes Store üzerinden ücretsiz olarak indirilebiliyor ancak kısıtlı özellikler ile sınırlandırılmış oluyor. Office 365 abonesi olan kullanıcılar ise hiç bir sınırlama olmaksızın ürünün tüm özelliklerinden faydalanabiliyor. iPad için MS Office uygulamalarının yayınlanması ile birlikte Apple CEO’su Tim Cook bir kutlama mesajı atarak; “Hoşgeldiniz” demişti.

screen-shot-2014-03-27-at-3-52-55-pm

Bunun üzerine Microsoft CEO’su Satya Nadella teşekkür etmişti;

screen-shot-2014-03-27-at-3-23-27-pm

Uzun yıllar boyunca bir birine en dişli rakip olan Microsoft ve Apple’ın bu tutumu arkasında yatan nedir? Aslında bu sorunun cevabı benzer işbirliklerinin oluştuğu ABD teknoloji sektöründe sıkça görülebiliyor. İngilizce’de buna Coopetition deniliyor. Türkçe’ye rekabet ederken iş birliği yapmak anlamında çevirirken belki de Rekaberlik gibi yeni bir terim kullanmamızı gerektirecke bir kavram olarak çıkmakta. Apple’ın gelişen ve büyüyen ekosistemi içinde yer almak Microsoft için bir zorunluluk haline gelmişti, Apple ise her ne kadar umursamaz bir tavır takınsa da Microsoft gibi büyük ve özellikle kurumsal dünyada güçlü bir şirketin uygulamalarını bünyesinde bulundurmanın kendilerine avantaj sağlayacağının farkında. Şirketler ve Kullanıcılar için Ne Değişecek? Dijital dünyanın evrilerek bulut tabanlı sistemlere hızla geçiş yaptığı bir dönemde cihazların buluta yazılımların ise servislere dönüştüğüne şahit oluyoruz. iPad için MS Office tek başına bir anlam ifade etmek zorunda olsaydı bunun karşılığını Microsoft’un alması gerçekten güç olabilirdi. Ancak durum böyle değil. Kurumsal müşterilerin uzun yıllardır Exchange, Sharepoint gibi çözümler ile iç içe olması, Microsoft’un elinde hâlâ en güçlü mail istemcilerinden birisi olan Outlook’un bulunması bu dönüşüm içinde Microsoft’un elini güçlendiriyor. Bu güçlü eli Office 365 çözümleri ile servislere dönüştüren Microsoft kendisi için geleceği olan ve kullanıcıları için avantajlı bir servise dönüştürüyor. Uzun yıllar boyunca Exchange sunucularının sıkıntıları ile uğraşan BT yöneticileri (ki ben de bunlardan birisiyim) bir kere Office 365 dünyasına adım attığında gerek yönetim kolaylığı gerekse sahip olduğu güçlü araçlar ile mutlu oluyor. Üstelik işletmeler açısından maliyet analizi yapıldığında Office 365 aboneliğnin personel maliyetine indirgenme kolaylığı özellikle KOBİ ölçeğindeki işletmelerin karar alma sürelerini kısaltırken hayatlarını kolaylaştırıyor. Peki, MS Office 365 dünyası gerçekten bu kadar toz pembe mi? Aslında değil. MS’un hâlâ karmaşık görünen lisanslama modellerini iyice basitleştirmesi ve hatta fiyatlarını rekabet edilemez seviyede düşürmesi gerekiyor zira her ne kadar aksi iddia edilse de açık kaynaklı çözümlerin maliyetleri sadece ilk sahip olma değil toplam sahip olma maliyetleri de  hızla düşmekte. Tam bu noktda iPad için MS Office uygulamalarının Office 365 abonelerine ücretsiz sağlanması şimdilik ciddi bir rekabet kozunu Microsoft’a verebilir. Aslında tek kolaylaştırmayı hedeflediği şey kurumsal kullanıcıların tablette rahat çalışması değil kendi servislerinin daha hızlı satın alma kararını etkileyebilmek. Şimdilik bu strateji doğru görünüyor ve Microsoft’un Office 365 ekosistemini büyütmesi için faydalı olabilir. Madalyonun öte yanında ise Microsoft’un hızla kan kaybeden son kullanıcı ekosisteminde çok daha ciddi adımlar atarak geciktiği mobil ve bulut devrimini artık yakalaması gerekiyor. Yoksa sadece kurumsal kanalın bulut dünyasındaki mutluluğu Microsoft için hedeflediği büyümeyi sağlaması adına yeterli olamama ihtimaline sahip.

HP Rüşvet ve Yolsuzluk Araştırmalarında Anlaşmaya Vardı

0
HP geçen yılın son çeyreğinde tarihinin en düşük hisse değerlerini görmüştü. Bu durum yatırımcıları endişelendirirken olası bir iflas veya satılma açıklamasına dair beklentiler oluşmuştu. Ancak bu yılın ilk çeyreği itibariyle HP düşen hisse değerlerini toparlayarak iki kattan fazla değer kazanmasını sağladı.
2009'dan bu yana HP hisse değerleri
2009’dan bu yana HP hisse değerleri
Ancak geçtiğimiz hafta gelen bir açıklama HP açısından ciddi bir güvensizlik yaratma potansiyeline sahip. Yapılan açıklamaya göre HP ABD yetkili makamları ile hakkında yürütülen yolsuzluk ve rüşvet araştırmalarının çözüme kavuşması ve sonlandırılması için 108 milyon dolar ceza ödemeyi kabul eden bir anlaşma yaptı. Araştırmaya göre HP 1999 yılından sonra Rusya, Polonya ve Meksika’daki devlet ihalelerini alabilmek için milyonlarca dolar rüşvet vermiş. Rüşvet Suçlamalarını Neden ABD Araştırıyor? ABD’de 1970 yılında kabul edilen bir yasaya göre ABD adli makamları, ABD merkezli şirketler için, “Dış Yolsuzluk Eylemleri Yaptırımları” kapsamında araştırmaya tabi tutup suçlu gördüğü takdirde cezalandırabiliyor. Rüşvet ve Yolsuzluğun Detayları İddialara göre HP 1999 yılında Rusya devletinin açtığı 100 milyon dolar büyüklüğündeki bilgisayar ve iletişim sistemlerinin yenilenmesi ihalesi içinde milyonlarca dolar rüşvet verdi. HP sattığı cihazları daha sonra daha yüksek rakamlara geri almış gibi göstererek arada oluşan fazla nakit akışı ile pek çok araç, mücevher, mobilya ve tatil gibi lüks harcamaların yapılmasına imkan tanıdı. Benzer şekilde HP 2006 ila 2010 yılları arasında Polonya’daki ihaleleri alabilmek için 600 bin doları nakit olarak çantalar vasıtası ile dağıttı. HP Meksika devletine bağlı olarak faaliyet gösteren petrol şirketi Pemex’in yazılım ihalesini kazanmak için 1,41 milyon dolar komisyon ödedi. HP Daha Dikkatli Olacak ABD Adalet Bakanlığından yapılan açıklamaya göre HP sadece araştırmanın çözülmesi için 108 milyon dolar ödemeyecek aynı zamanda kendi iç kontrol mekanizmalarını güçlendirip bundan böyle daha şeffaf olarak hareket etmek üzere gayret gösterecek. 9 Nisan’da yapılan bu açıklamalardan sonra HP’nin borsa hisselerinde ciddi bir değişim gözlenmiş değil. Öyle anlaşılıyor ki HP yaptığı bu anlaşma ile geçmişe beyaz bir sünger çekerek yoluna devam edecek.

Intel ve SGI Yeni Soğutma Teknolojisi Geliştiriyor

0
Veri Merkezlerinin en önemli sorunlarından birisi ve maliyet kalemi soğutma ihtiyaçlarıdır. Özellikle 2005 yılından sonra popülerleşen Green Technology (Yeşil Teknoloji) kavramında bu konuya eğilen küresel firmalar oldukça başarılı yol kat etmiş olmalarına rağmen soğutma hâlâ en önemli konu başlıklarından birisi olarak karşımıza çıkıyor.
3M Tarafından Geliştirilen Novac
3M Tarafından Geliştirilen Novac
Intel ve SGI birlikte geliştirdikleri süper bilgisayarlar için yenilikçi bir soğutma sistemi üzerinde çalışıyorlar. 3M tarafından geliştirilen ve yalıtkan bir yapıya sahip Novec adındaki sıvıyı kullanan Intel ve SGI sadece işlemci gibi kritik bileşenleri değil tüm sistemi bütünsel olarak soğutma stratejisini izlemekte. Eğer Intel ve SGI üzerinde çalıştıkları bu projede başarılı olabilirlerse sunucularda kullanılan fanlar tümüyle ortadan kalkarken iklimlendirme sistemleri için gerekli olan içme suyu kullanımına da ihtiyaç kalmayacak. Tüm bu gelişmeler ise veri merkezlerinin enerji ihtiyacını yüzde 90 oranında azaltma potansiyeline sahip.

Tüketici Gerçekten Ne İstiyor?

2
Accenture, her sene gerçekleştirdiği Global Tüketici Eğilimi Araştırması’nın 2013 sonuçlarını açıkladı. İçinde Türkiye verilerinin de yer aldığı araştırma; 33 ülkede,finansal hizmet tedarikçileri, internet hizmet tedarikçileri, sigorta, tüketici ürünleri, tüketici elektroniği üreticileri, mobil telefon şirketleri de dahil olmak üzere 10 farklı sektörde, 13 bin 168 tüketicinin katılımı ile gerçekleştirildi.
accenture_ozlemkestioglu
Accenture Türkiye Tüketim Grubu Lideri Özlem Kestioğlu
Accenture Türkiye Tüketim Grubu Lideri Özlem Kestioğlu, mobil bağlantılı cihazların 2013’te dünya nüfusunun sayısını geçtiğine işaret ederken, günlük 1 milyara yakın aktif Facebook kullanıcısı olduğuna ve kullanıcıların 2,5 milyar adet içerik paylaştığına dikkat çekiyor. 2016’ya kadar her dört kişiden birinin iki veya daha fazla mobil cihaza sahip olacağı,  bu oranın  yüzde 9’unun ise üç veya dört cihaza sahip olacağı öngörülüyor. 2017’de 4G üyeliklerinin mobil data trafiğinin yüzde 45’ini oluşturacağı, Twitter kullanıcılarının her gün 400 milyon Twit atacağı tahmin ediliyor. Türkiye’de 34 milyon (online nüfusun yüzde 94’ü) Facebook kullanıcısı bulunurken, toplam Twitter kullanıcı sayısının 12 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Mobil abone sayısı  69,7 milyonu (Yüzde 91 penetrasyon)  ve 3G abonesi 49,3 milyonu bulan Türkiye’de 32,6 milyon genişbant internet abonesi bulunuyor. Tüm bu bilgiler, Türkiye’nin dijital hizmetler için çok büyük potansiyel taşıdığına işaret ediyor. Yaptığımız tüketici araştırması da gösteriyor ki; Türkiye’de kullanıcıların yüzde 82’si sosyalleşmek için sosyal medyayı kullanırken, hiç de azımsanmayacak bir oranla yüzde 60 ila yüzde 80 kullanıcı da üretici-tüketici ilişkileri için sosyal medyayı kullanıyor. Beni tanı: Tamamen benimle alakalı olsun! Tüketiciler artık daha çok kendi ihtiyaçlarıyla ilgili önerileri duymak istiyorlar. Sadece online kanallarda değil, mağazada ve servis sağlayıcıya her dokunduğu noktada tanınmak istiyorlar. Global Tüketici Eğilimi Araştırması; kişiselleştirilmiş hizmetler  sunma noktasında, sektörlerin 2012 yılına kıyasla çok fazla yol kat edemediğini gösteriyor. Türk müşterilerin sadece yüzde 25‘i kendine özel hizmetler sunulduğunu düşünüyor. Bunu başarmak için ileri analitik araçları kullanılarak tüm kanalların entegre edilmesi ve anlık akıllı öneriler yapabilir sistemler tasarlanması önemli. Türk tüketicilerin yüzde 75’i kendi istek ve ihtiyaçlarına özel tasarlanmış pazarlama ve satış kanalları olması durumunda, şirket ve ürünlerle ilgili bilgi almak için online kaynakları daha çok kullanabileceklerini belirtiyor. Bugün online kaynakları kullanmayan Türk tüketicilerin  yüzde 56’sı eğer kendi kişisel bilgilerini verdikten sonra bu bilgilerin farklı amaçlarla paylaşılmayacağını ya da spam – istenmeyen e-posta gönderimi saldırısına mağruz kalmayacağı garanti edilirse bu kanalları daha etkili kullanabileceğini söylüyor. Beni mutlu et: Her kanalda kesintisiz bir deneyim olsun! Araştırma gösteriyor ki; Türk tüketicilerin yüzde 80’i müşteri hizmetlerini kullanırken farklı kanallardan kendilerine aynı sorularının sorulmasından ya da aynı önerilerin farklı kanallardan tekrar  gelmesinden çok rahatsız oluyorlar. Bunun için; her kanalda birbiriyle tutarlı hatta kesintisiz hizmet sunabilmek için “non-stop” müşterilerinin dinamiklerini değiştirmek gerekiyor. Sadece dijital kanalları geliştirmek değil, tüm kanalları yeniden gözden geçirerek hedeflenen yapının kurulması önem taşıyor. İşimi Kolaylaştır: Özünde mobil olsun! “PC tabanlı” internet kullanımı tüketicilere birçok olanak sunarken, şimdi mobil internet erişimi tüketicilere çok daha fazla kolaylık sağlıyor. Dijital kanallara erişen Türk tüketicilerin yüzde 38’i mobil cihazlar üzerinden erişim sağlarken, toplamda yüzde 50oranında zamandan tasarruf ediyor. Türk tüketicilerin yüzde 46’sı firmaların mobil kanallarını, daha çok satış ve pazarlama hizmetlerinde öne çıkardıklarını ama satış sonrası servis ve destek için mobil kanal üzerinden çok da hizmet veremediklerini belirtiyor. Diğer yandan kötü servis aldığı için hizmet sağlayıcısını değiştirme kararı alan Türk tüketicilerin yüzde 45’i kendilerine mobil kanal üzerinden erişilseydi kararlarına etkisi olabileceğini ve farklı davranabileceklerini  ifade ediyorlar. Ayrıca araştırma; lokasyon bazlı kampanyaların müşterilerin yüzde 70’i tarafından çok olumlu algılandığını ve kampanyalara katılım oranlarının yüksek olduğunu gösteriyor. Türk tüketiciler, rahatsızlıklarını aşağıdaki şekilde ifade ederken tedarikçilere gelişme fırsatlarının ipuçlarını da veriyor;          
  • Tüketicilerin yüzde 73‘ü vaat edilen ve gerçekleşen hizmetler arasındaki farkı rahatsız edici buluyor.
  • Yüzde 71’i şirketlerin kişisel bilgileri nasıl kullanacaklarına güvenemedikleri için rahatsız hissediyor.
  • Yüzde 47’si kişiye özel hizmetlerin eksikliği sebebiyle tedarikçisini değiştiriyor.
  • Yüzde 57’si personelin doğru hizmet ve etkileşimi sunamamasından dolayı rahatsız.
  • Yüzde 50’si sadakat programlarının ihtiyaçlara göre düzenlenmediğini ifade ediyor.
  • Türk tüketicilerin yüzde 60’ı araştırmaları sırasında düzenli olarak, yüzde 59’uise hizmet talepleri için mobil cihaz kullanıyor.
  • Yüzde 55’i satın alma ve hizmet talebini mobil uygulamalar kanalı ile talep edemediği durumda kendisini engellenmiş hissediyor.
  • Yüzde 68’i aynı teklifin farklı kanallarda birbiriyle aynı olmamasından dolayı rahatsızlık hissediyor.
  • Yüzde 80’i müşteri hizmetlerini kullanırken aynı soruların tekrarlanmasından mutsuzluk duyuyor.
  • Yüzde 43’ü online platformlarda ürün ve hizmetlerle ilgili görüşleri okurken, yüzde 29’u bu görüşlerden etkilendiklerini ifade ediyorlar.

Heartbleed Hakkında Bilmeniz Gereken Herşey

0
Dijital dünyada düzenli olarak keşfedilen güvenlik açıkları korkulması değil ancak zamanında önlem alınması gereken bir başlık olarak karşımıza çıkıyor. Bu güvenlik açıklarından bazıları diğerlerine nazaran çok daha fazla insanı etkileyecek  ve çok ciddi sonuçlar doğurabilecek yapıda olabiliyor. Güvenlik uzmanları geride bıraktığımız Salı günü internet üzerindeki sunucuların üçte ikisinde kullanıldığı tahmin edilen OpenSSL şifreleme standardında çok önemli bir açık keşfettiler. Bu açık sayesinde OpenSSL kullanan tüm sunuculara bağlanan milyonlarca kişinin parolaları ve şifrelenmiş trafik içeriğine erişmek mümkün hale geliyor.

Heartbleed Warning

Heartbleed Nedir? OpenSSL’in bazı sürümlerinde ortaya çıkan bu açık nedeniyle sunucular ile istemciler arasında kurulan güvenli bağlantı oturumu belli bir süreden daha uzun olacak şekilde açık kalıyor. Bu uzun oturum nedeniyle saldırganlar sistem hafızasından aldıkları şifreli verileri okuyarak içeriğine ulaşabiliyorlar. Codenomicon isimli güvenlik şirketi ve bir Google araştırmacısı olan Neel Mehta tarafından ortaklaşa keşfedilen bu açığın ilk kez ne zaman ortaya çıktığı ise şu anda bilinmiyor. Kimler Etkilendi & Ne Yapmak Lazım? İçlerinde Yahoo ve Amazon’un da bazı servislerinin olduğu pek çok büyük hizmet sağlayıcı bu açıktan etkilenmiş durumda. Bu açıktan etkilendiği bilinen büyük servislerin listesine Github üzerindeki bu sayfadan ulaşabilirsiniz. Ayrıca herhangi bir sitenin etkilenip etkilenmediğini anlamak için Filippo Valsorda tarafından geliştirilen bu uygulamayı kullanabilirsiniz. Eğer bir ağ veya web sitesi yöneticisi iseniz OpenSSL’in yeni versiyonlarına geçiş yaparak veya mevcut OpenSSL versiyonunu yeniden derleyerek bu açığı kapatmış olmanız gerekiyor.

Müşteri Çağında Kazanan Olmak

0
VOC Arkada bıraktığımız yirmi yılık dönem son bulurken devasa işletmeler giderek güçlenen müşterilerin taleplerini daha iyi anlamak ve onlara daha iyi hizmet vermek için kendilerini yeniden keşfediyorlar. Bu yeni dönemde rekabetin kuralları yeniden belirleniyor. Başarı kriterleri değişiyor ve modern bir işletmeye dönüşmek için farklı bir bakış açısı kazanmak gerekiyor. Bu alanda önemli iki araştırma gerçekleştiren Forrester dört temel noktaya dikkat çekiyor;
  • Müşteri deneyimini dönüştürmek bir zorunluluk haline geldi
  • Mobil düşünce şeklini kucaklamak gerekiyor
  • Djital yaşamı benimsemek bir zorunluluk oldu
  • Büyük Veriyi verimli iş bilgeliğini dönüştürmek lazım
Forrester’ın Müşteri Çağı ile alakalı yayınladığı raporlar ise şu başlıklar altında; Pazarlama Liderleri için: Müşteri Çağında Rekabet Analizi Teknoloji Liderleri için: Müşteri Çağında Teknolojiyi Yönetmek