2014’ün ilk altı aylık döneminde kârını yüzde 263.9 artırarak 1.13 milyar yene ulaştığını açıklayan ZTE, dokuz aylık net kârının yüzde 208.2 ile yüzde 244.5 arasında artarak, 1.7 milyar yen ile 1.9 yen aralığına ulaşmasını hedefliyor.
ZTE, iş birimlerinde yakaladığı güçlü ivmenin devam etmesiyle, net kârının 2014 yılının ilk dokuz ayında üç kat artış kaydetmesini hedefliyor. ZTE tarafından açıklanan verilere göre, borsada işlem gören şirketin hissedarlarına dağıtılabilir net kârının, yılın ilk dokuz ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 208.2 ile yüzde 244.5 arasında artarak 1.7 milyar yen ile 1.9 milyar yen aralığına ulaşması bekleniyor. ZTE, 2014 yılının ilk altı ayında net kârını yüzde 263.9 artırarak 1.13 milyar yene ulaştı. Aynı dönemde ZTE’nin hisse başına geliri 0.33 yen olurken, gelirler de 37.7 milyar yene yükseldi.
ZTE’nin 2014’ün ilk 9 aylık finansal performans beklentisi, yılın ilk altı ayında ağ sözleşmelerinden elde edilen gelirlerin güçlenmesi ve Çin’de 4G şebekelerine tüketicilerin yaptığı yatırımların desteğiyle sözleşme kârlılığında süregelen iyileşmelere bağlı. ZTE, ağ yönlendiricileri ve çip gibi önemli stratejik ürünlerine yaptığı yatırımların meyvelerini toplarken, yılın ilk dokuz ayında yıllık bazda gelirlerinde elde edeceği artışta daha etkin kur yönetiminin de etkili olacağını öngörüyor.
Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı (UDHB) tarafından Geçiş Hakkı Usul ve Esaslarında yapılan yeni değişikliğe ilişkin bir açıklama yapan TELKODER Başkanı Yusuf Ata Arıak, gelinen noktada fiber yatırımı yapmak için çırpınan işletmecilerin önündeki engellerin kaldırılmadığını belirtti.
UDHBGeçişHakkıYönetmeliği ve değiştirilen UsulEsaslar ile altyapı yatırımı yapma hakkının kullanılabilmesi için ‘orada başka birinin altyapısının olmadığının ispatlanması zorunluluğu’ getirildiğine dikkat çekilen açıklamada TELKODER Başkanı Arıak, “Türk Telekom’un tutumu nedeniyle TELKODER üyesi işletmeciler talep edilen yerlerde altyapı olmadığını ispat edememektedir. Bu durum, zaman ve emek kaybının doğmasına sebep olmakta, geçiş hakkı kullanılamamakta, yeni fiber şebekeler kurulamamaktadır. Fiber şebeke kurmak isteyen işletmeciler için kiralama, bir yükümlülük değil bir haktır. İhtiyacı olan işletmeci dilerse tesis paylaşımına (kiralama) dilerse kendi altyapısını yapma hakkına sahip olmalıdır. Öte yandan mevcut durum, vatandaşı tek bir şirketin sunduğu ürünlere mecbur bırakıyor. Yüksek hızlı İnternet’in kullanıcıların sadece yüzde 15’ine ulaştığı bir ortamda yapılamayan altyapı yatırımlarından dolayı tüketiciler, düşük hızdaki İnternet’e yüksek para ödeyecek” dedi.
TELKODER Başkanı Yusuf Ata ArıakFiber internetteki engelleri kaldırma yetkisi UHD Bakanlığı’nda
Arıak açıklamasını şöyle sürdürdü: “İşletmecilerin yatırım yapması, fiber optik şebeke kurması için engelleri kaldırma görevi Kanun ile Bakanlığa verilmiştir. Belediyelerin altyapı yatırımını engelleyen tutumları kaldırılsın, altyapı yatırımı yapılsın diye Bakanlığa verilen bu yetki, önce yönetmelik ve ardından yayınlanan Usul ve Esaslar ile amacının tersine etki yapacak duruma gelmektedir. Kanun’un amacı olan ‘’yatırımları kolaylaştırmak’’ yerine işleri çıkmaza sokan Yönetmelik, bir an önce değiştirilmelidir. TELKODER, yapılan bu değişikliğin sonuç verip vermediğini, günlük olarak takip edecek ve kamuoyuyla paylaşacaktır. Umuyoruz bu takipler bizim yanıldığımızı, fiber altyapısına yatırım yapmak için bekleyen firmaların önünün açıldığını ve yurdumuzun her yerinin fiberle donatıldığını gösterir”.
İş Optimizasyonu, analitik çözüm ve projelerin hayata geçmesi için oluşturulan Obase Ar-Ge Merkezi, bir yılı aşkın bir süredir faaliyetlerini hızla sürdürüyor. Sektörde 18 yıldan bu yana kendi öz kaynakları, iş dünyası ve üniversite iş birlikleri kapsamında sayısız analitik iş zekâsı teknolojisi ve projesi geliştiren Obase, büyük veri üzerinde gerçekleştirilen analitik projelerin başarısız olma nedenlerini Milgard School Of Business, University of Washington-Tacoma’dan Hizmet Bilimi, Bilgi Sistemleri, Tedarik Zinciri Yönetimi Profesörü ve İnovasyon, Analiz Odaklı Bilgi Yönetimi Araştırma Merkezi Direktörü Haluk Demirkan ile beraber yürüttüğü bir çalışma ile inceledi.
Günümüzün karmaşık iş dünyasında pek çok kuruluş, yenilik getirmek, daha iyi bir rekabet alanı oluşturmak ve varlığını sürdürmek için ellerindeki verinin ve onu kullanma biçiminin kendilerini diğer kuruluşlardan ayıran bir yol olduğunu fark etmiş bulunuyor. İşte bu nedenle bugün pek çok kuruluş, mümkün olduğu kadar çok veri toplamaya ve bunları işleyerek anlamlı bilgilere dönüştürmeye ve doğru bir formatta kullanılmak üzere daha akıllı karar verme mekanizmalarına taşımaya çalışıyor. Doğru analizler yardımıyla veri, kuruluşun etkinliğini artırmak, geleceği daha rahat görebilmek, oluşabilecek riskleri etkili bir biçimde azaltmak, şirketin gelirini yükseltmek ve rekabet gücünü artırmak için müşteriyi iyi anlamak amaçlarıyla kullanılıyor. Dolayısıyla büyük verinin şirketlere stratejik rekabet gücü sunduğu su götürmez bir gerçek.
Büyük veri yolculuğunda göz önünde bulundurulması gerekenlerObase Ar-Ge Merkezi uzmanları tarafından yapılan çalışmanın sonuçlarına göre analitik sistemler bugün neredeyse tüm sektörler için rekabette bir gereklilik haline gelmiş bulunuyor. Fakat büyük veriye ve hatta onu işleyebilecek kişilere sahip olunması yeterli değil.
Obase Genel Müdürü Dr. Bülent DalObase Genel Müdürü Dr. Bülent Dal konuyla ilgili şu altın tavsiyelerde bulunuyor; “Şirketler veri analistleri ile etkin işbirliğinde bulunan, stratejik, taktik ve operasyonel kararlar ile çalışmaların daha iyi netice vermesini sağladığından emin olan yöneticilere ihtiyaç duymaktadır. Büyük veri analitiği organizasyonların kritik iş meselelerini çözmede ve veriyi iç görüye çevirerek iş aksiyonlarını ve kritik iş çıktılarına ulaşmasını etkilemek üzere yardım eden bir yolculuktur. Şirketler büyük veri fırsatından avantaj elde etmek için uğraşırken, onları bekleyebilecek birtakım zorlukların altında ezilmemeye dikkat etmeliler.”
Son 15 yılda mobil devrim bütün dünyayı sarsıcı şekilde değiştirdi ve değiştirmeye devam ediyor. Sıradan bir kişinin günlük hayatında yapabildiği şeylerin sayısı 20 yıl öncesine göre kıyaslanamayacak denli fazla hale geldi. Bu dönüşüm robot teknolojisini de etkileyecek ve endüstriyel açıdan seri üretim için büyük öneme sahip robotlar mobil hale gelerek daha önce hiç bulunmadıkları pek çok alana girecekler.
2020 yılına kadar mobil robot sektörünün küresel büyüklüğünün16 milyar doları geçeceği tahmin ediliyor.
Pazar araştırmaları yapan TechNavio’nun bir anketine göre mobil robotlar özellikle Asya-Pasifik (APAC), Avrupa ve Amerika pazarında giderek artan bir hız ile yaygınlaşacak. Otomotiv, Tarım ve Madencilik, Havacılık ve Savunma ile Sağlık mobil robot teknolojilerinin en çok kullanıldığı sektörlerin başında yer alacak.
Mobil Robotların en çok üretim ve tehlikeli işler için kullanılması bekleniyor.
İşletmeler için ne anlama geliyor?
İki farklı açıdan bu soruya cevap verebiliriz. Birincisi giriş yapılabilecek bakir ve yeni bir alanın şekilleniyor olması işletmeler için fırsat oluşturuyor. İkincisi ise yaptıkları işi mobil cihazların nasıl dönüştürdüğünü göz önüne alarak ve mobil robotların üretim açısından kendilerini nasıl etkileyebileceğini iyi değerlendirmeleri gerekiyor.
Hitay Yatırım Holding şirketlerinden DORinsight’ta Genel Müdürlük görevine, sektörün tanınmış isimlerinden Özlem Demircan Taşören getirildi. Taşören, DORinsight’ta liderlik yaptığı güçlü ekibiyle Türkiye çevrimiçi araştırma sektörünün büyümesine katkıda bulunacak.
DORinsight’ın Genel Müdürü Özlem Demircan Taşören
Müşteri hizmetleri, operasyonel ve genel yönetim alanlarında 19 yıllık deneyim sahibi olan Özlem Demircan Taşören, 1991 yılında Tarsus Amerikan Koleji’nden, 1995 yılında da İstanbul Teknik Üniversitesi Matematik Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl profesyonel iş yaşamına pazarlama sektöründe Revlon’un Türkiye Marka Yöneticisi olarak başladı. 1997 yılında Nielsen’de çalışmaya başlayan Özlem Demircan Taşören, ilk 6 yıl boyunca Nielsen Gelişen Pazarlar Bölgesi’nde 24 ülkede projeler kurup yönettikten sonra, 2003 yılında Nielsen Kafkasya Bölge Müdürü olarak atandı ve 2008’e kadar Kafkasya ve Orta Asya ülkelerindeki operasyonlara odaklandı.
2008-2012 yılları arasında Nielsen Türkiye’de Direktörlük ve İcra Kurulu Üyeliği yapan Taşören, 2012-2014 yılları arasında ise Millward Brown’da Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Türkiye Bölgeleri’nden Sorumlu Unilever Grup Direktörü ve Millward Brown Türkiye İcra Kurulu Üyesi olarak çalıştı.
Konuyla ilgili bir değerlendirme yapan CSC Türkiye Genel Müdürü Alev Alp Esen, siber suçların şirketlere önemli maddi zararlar verdiğinin altını çizerek, gerekli önlemler konusunda hatırlatmalarda bulundu.
Siber suçların ABD’de şirketlere neden olduğu zararın yılda 114 milyar doları bulduğunu söyleyen Alev Alp Esen, “Bu suçlardan dolayı şirketlerde meydana gelen çalışamama sürelerinin maliyetleri de göz önünde bulundurulduğunda, gerçek maliyetin 338 milyar dolara kadar yükseldiği tahmin ediliyor. Dünya genelinde olduğu gibi, Türkiye’de de günden güne artış kaydeden siber suçların, son bir yıl içinde ülkemizdeki toplam faturasının milyar dolarlar seviyesine ulaştığı biliniyor” dedi.
CSC Türkiye Genel Müdürü Alev Alp EsenTürkiye dünyada ilk sıralarda
Kişilere yönelik siber suçların banka ve kredi kartı dolandırıcılığından interaktif bankacılık dolandırıcılığına kadar uzandığını belirten Alev Alp Esen, “Şirketlere yönelik suçlarda ise ilk sırada bilişim sistemlerine karşı işlenen suçlar geliyor. OECD verileri, bilişim güvenliği sorunu yaşayan şirketler içerisinde, Türkiye’nin dünya genelinde ilk 15ülke arasında bulunduğunu ortaya koyuyor. Zararlı yazılımların ve sosyal mühendislik saldırılarının yanı sıra hacker saldırıları şeklinde de gerçekleşen siber suçlar, kamudan perakende ve finansa kadar hemen her sektörü tehdit ediyor” diye konuştu.
Altı adımda şirketinizi siber suç kurbanı olmaktan koruyun:
Siber güvenliği iş süreçlerinin bir parçası haline getirin
Şirketinizin siber güvenlikte hangi önlemlere sahip olduğunu belirleyin
Üçüncü parti yönetilebilir servisleri kullanın
Olası aksaklık ve felaketlere karşı senaryolar hazırlayın
Kendim ve ekibim adına yazmak gerekirse yoğun bir dönemden geçiyoruz. TechInside henüz üç ayını doldurmuş değil. Sıfırdan bir marka oluşturmak ve farklı bir çizgide ilerlemek ise hiç kolay değil. Sıkı bir şekilde çalışıyoruz. Öyle ki Pazartesi sabahın erken saatlerinde başlayan mesai ile birlikte Cuma günü akşam nasıl geliyor anlayamıyoruz.
Bu hafta sonu yaşadığım kişisel bir deneyimi sizler ile paylaşmak istiyorum. Uzun süredir yapmak istediğim bir şeyi nihayet başardım. Geçmişi 20 yıldan fazla olan dijital yedek ve arşivlerimi düzenledim.
Bu işe başladığımda altından kalkılmayacak gibi görünüyordu zira onlarca yedek, yüzlerce CD-DVD, pek çok sabit disk. Her birinde yedeklerin yedekleri, farklı zamanlarda alınmış iç içe yedekler… Yaptığım ilk şey harici CD, DVD medyaların içindeki tüm klasörleri merkezi bir yere taşımak oldu. Kopyalama işi yaklaşık 7-8 saat sürdü. Sonra fotoğrafları ve videoları farklı klasörlere toplayarak bunlar ile daha sonra boğuşmak üzere köşeye koydum.
Binlerce klasör ve 100 binden fazla dosya için (fotoğraf ve videolar hariç) farklı yazılımlar kullanarak mükerrer dosyaları buldum ve sildim. Daha sonra geçmiş yıllardan kalma program, oyun ve benzeri şeyleri tümüyle sildim zira internet gibi bir ortamda aradığınızı bulamama ihtimaliniz çok düşük.
Son 15 yıldır kendi yazdığım program, yedeklediğim sitelerim, lisans ve yüksek lisans tezlerim, ödevlerim gibi çalışmaları yıllara göre sıralayıp tek bir klasör altında topladım ve sıkıştırıp tek bir dosya haline getirdim.
100 binden fazla dosya ile işim bittiğinde dosya sayısı 10 binlere inmiş ve elimde kronolojik sırada 57 sıkıştırılmış dosya oluşmuştu. İlk günü gece 01:00 sularında kapatıp ertesi gün fotoğraf ve videolar ile uğraşmak için uykuya çekildim.
İkinci Gün
İkinci gün beni ilk günden daha zor bir iş bekliyordu. 20 binden fazla fotoğraf ve videodan oluşan bir arşiv! İlk iş video ve fotoğrafları ayrı klasörlere taşımak oldu. Bu işlemler esnasında en çekindiğim şey disklerin arızalanmasıydı. Neyse ki böyle bir durum yaşamadım.
Fotoğrafların pek çoğu mükerrerdi. Yedeklerin yedekleri… Sonu gelmeyen yedekler. İlk işim birden fazla kopyası olan dosyaları bulacak bir uygulama aramak oldu. PC ortamında çalışanImage Comparator hem ücretsiz hem de bu işi yağdan kıl çeker gibi halletti. Yine de elimde 10 binden fazla fotoğraf vardı.
Bir sonraki iş tüm bu fotoğrafları yıllara göre klasörlere ayırmak oldu zira Windows ve diğer ilgili uygulamalar bu kadar çok dosya ile başa çıkmakta zorlanıyordu. Fotoğrafları 2003-2004 gibi klasörlere böldüm. Hatta bazı yılları çeyreklere göre böldüm. Şimdi pek çok farklı isimdeki resimlere bir düzen vermeye sıra gelmişti. Namexif adındaki uygulama ile tüm fotoğrafları Exif verisindeki çekim tarihine ve saatine göre tekrardan isimlendirdim.
Gözden kaçırdığım şey ise bazı fotoğrafların Exif datasının bozuk veya hatalı olmasıydı. Artık bunları ailece oturup sırayla fotoğraflara bakarak düzelteceğiz. Henüz videolara sıra gelmiş değil.
SonuçGüya teknolojinin hayatımıza düzene sokması gerekiyordu. Oysa tam aksine 20 yıllık dijital bir çöplükle beni baş başa bıraktı. Üstelik öyle bir çöplük ki içinde asla kaybetmek istemediğim hazinelerim vardı. Neyse ki yine teknoloji imdadıma yetişti.
Öncelikle belirtmek isterim ki bu süreci iki günde tamamlamış olmamın arkasında USB 3.0 ve SSD teknolojileri var. Bilgisayarımda takılı bulunan üç farklı SSD’den Samsung kesinlikle diğerlerine fark ettı. İlk fırsatta Samsung ‘un yeni serisine geçiş yapmayı hedefliyorum.
Düzenleme ve arşivleme için ama yaptığınızda pek çok ücretli yazılım ile karşılaşıyorsunuz. Pek çoğunun çöp olduğuna karar verdim. Sourceforge üzerindeki ücretsiz yazılımlar bu işlerde gerçekten çok daha başarılılar.
Günün sonunda dijital teknolojilerin kısıtlı hayatımızda yaptığımız işlerin sayısını ve kalitesini arttırdığı bir gerçek. Ancak beraberinde getirdiği dağınıklık göz ardı edilemez. Tabi bu suçu teknolojiye atan ben de olabilirim. Kimin suçlu olduğunu anlamak için dönüp kendi arşivlerinize bakmanız yeterli olacaktır.
İncelenen iki ağ bağlantılı depolama modeli, farklı tedarikçilere aitti, bunlar bir Akıllı TV, bir uydu alıcısı ve bağlantılı bir yazıcıydı. Araştırmasının sonucu olarak Kaspersky Lab Güvenlik AnalistiDavid Jacoby, ağa bağlı depolarda 14 zayıf nokta bulmayı başardı, bu zayıf noktalardan biri Akıllı TV’de, potansiyel olarak gizli pek çok uzaktan kumanda fonksiyonu ise yönelticide bulundu.
Gizlilik ilkesi doğrultusunda Kaspersky Lab, zayıf noktaları kapatan bir güvenlik yaması piyasaya sürülene kadar ürünleri araştırmaya tabi olan tedarikçilerin adlarını açıklamayacak. Ancak bütün bu tedarikçiler, zayıf noktaların varlığından haberdar edildi. Kaspersky Lab uzmanları, keşfettikleri bütün zayıf noktaları ortadan kaldırmak için tedarikçilerle yakın işbirliği içinde çalışıyor.
Araştırmanın yazarı David Jacoby, şunları söylüyor: “Bireylerin ve şirketlerin bağlantılı cihazların çevresindeki güvenlik risklerini anlaması gerekiyor. Ayrıca sadece güçlü bir parolamız olduğu için bilgilerimizin güvende olmadığını ve kontrol edemeyeceğimiz pek çok şeyin bulunduğunu hesaba katmalıyız. Güvenli bir cihaz gibi görünen ve hatta kendi adında güvenlik kelimesini çağrıştıran bir cihazda son derece ciddi zayıf noktalar bulmam ve bunları doğrulamam 20 dakikadan daha az zamanımı aldı. Peki benim oturma odamdan çok daha geniş bir ölçekte yapılmış olsaydı, benzer bir araştırma nasıl sonuçlanırdı? Bu, cihaz tedarikçilerinin ve bu cihazların güvenlik topluluklarının ve kullanıcılarının en yakın zamanda birlikte cevaplaması gereken pek çok sorudan sadece biri. Diğer bir önemli soru ise, cihazların kullanım ömrü. Tedarikçilerle yaptığım görüşmelerden öğrendiğim kadarıyla, bazı tedarikçiler kullanım ömrü dolduğu zaman zayıf noktaları bulunan bir cihaz için bir güvenlik yaması geliştirmeyecek. Genellikle bu kullanım ömrü bir ya da iki yıl sürer ancak cihazların, örneğin NAS‘lerin, gerçek ömrü bundan çok daha uzundur” şeklinde konuştu.
Zayıf parolalar büyük tehlike
En ciddi zayıf noktalar, ağa bağlı depolarda bulundu. Bunların pek çoğu, bir saldırganın sistem komutlarını yönetici öncelikleriyle uzaktan yürütmesine izin veriyordu. Zayıf parolalara ve yanlış izinleri olan pek çok konfigürasyon dosyasına sahip olan test edilen cihazların parolaları düz metin içerisinde barındırıyorlardı. Örneğin test edilen bir cihaz, şifrelenmiş parolaları içeren bütün konfigürasyon dosyasını ağ üzerindeki herkesle paylaşıyordu.
Google düzenli olarak şeffaflık raporuyayınlıyor. Yayınlanan son rapora göre bu yılın 33 haftasında Google’a arama sonuçlarında yer alması istenmeyen linklerin çıkartılması için 7,8 milyon talep geldi.
Analitik veriler sunan Statista’nın hazırladığı tabloya göre Google günde 1,1 milyon URL kaldırma talebi alıyor ki bu her saniye 12 ila 13 talep anlamına geliyor.
Peki, bu talepler neden kaynaklanıyor?
Tahmin edebileceğiniz gibi bu taleplerin büyük çoğunluğu yasal telif hakları çerçevesinde gerçekleşiyor. Müzik, film, uygulama gibi başlıklarda internet üzerinde yasal olmayan yollardan paylaşılan içerikler için hak sahipleri sonuç sayfalarından kaldırma talebi gerçekleştiriyor. Taleplerin geçen yıla nazaran iki kat artmış olması ise istenmeyen içeriklerin ne kadar hızlı şekilde yaygınlaştığını bize gösteriyor.
Statista’nın, diğer ilginç istatistiki verilerine, http://www.statista.com/chartoftheday/ adresinden erişebilirsiniz.
Araştırmaya göre bilgisayar ve internet kullanım oranları 16-74 yaş grubundaki bireylerde sırasıyla yüzde 53,5 ve yüzde 53,8 oldu. Bu oranlar erkeklerde yüzde 62,7 ve yüzde 63,5 iken, kadınlarda yüzde 44,3 ve yüzde 44,1’dir. Bilgisayar ve internet kullanım oranları, 2013 yılında yüzde 49,9 ve yüzde 48,9’du.
Bilgisayar ve internet kullanım oranlarının en yüksek olduğu yaş grubu 16-24. Bilgisayar ve İnternet kullanımı tüm yaş gruplarında erkeklerde daha yüksek.
Düzenli internet kullanıcısı arttı
İnterneti 2014 yılının ilk üç ayında hemen her gün veya haftada en az bir defa kullanan 16-74 yaş grubu düzenli internet kullanıcılarının oranı yüzde 44,9 oldu. Bu oran, 2013 yılının aynı döneminde yüzde 39,5’ti.
İnternet erişimi olan hane oranı yüzde 60,2 oldu
Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması sonuçlarına göre 2014 yılı Nisan ayında Türkiye genelinde internet erişim imkânına sahip hanelerin oranı yüzde 60,2 oldu. Bu oran 2013 yılının aynı ayında yüzde 49,1’di.
Evden internete erişimi olmayan hanelerin yüzde 42,8’i evden internete bağlanmama nedeni olarak internet kullanımına ihtiyaç duymadıklarını belirtti. Bunu yüzde 31,9 ile internet bağlantı ücretlerinin yüksekliği takip etti.
Genişbant internet erişim imkânına sahip hanelerin oranı yüzde 57,2 oldu. Buna göre hanelerin yüzde 37,9’u sabit genişbant bağlantı (ADSL, kablo TV altyapısı üzerinden kablolu internet, fiber vb.) ile internete erişim sağlarken, yüzde 37’si mobil genişbant bağlantı ile internete erişim sağladı. Darbant bağlantı ise hanelerin yüzde 6’sında internet erişimi için kullanıldı.
Temel göstergeler, 2007-2014.İnternet en çok evde kullanıldı
İnterneti 2014 yılının ilk üç ayında kullanan 16-74 yaş grubu bireylerin yüzde 79,1’i evde kullandı. Bunu yüzde 38,7 ile işyeri, yüzde 30,2 ile akraba, arkadaş evleri, yüzde 23,3 ile alışveriş merkezi, havaalanı, vb. kablosuz bağlantının yapılabildiği yerler ve yüzde 14,3 ile internet kafe takip etti.
Ev ve iş yeri dışında internet kullanımı için taşınabilir cihaz kullanımı arttı
İnterneti 2014 yılının ilk üç ayında kullanan bireylerin yüzde 58’i ev ve işyeri dışında internete kablosuz olarak bağlanmak için cep telefonu veya akıllı telefon kullanırken, yüzde 28,5’i taşınabilir bilgisayar (dizüstü, netbook, tablet vb.) kullandı. Bu oranlar 2013 yılının aynı döneminde sırasıyla yüzde 41,1 ve yüzde 17,1’di.
İnternet kullanım amaçları arasında sosyal medya ilk sırada yer aldı
İnternet kullanım amaçları dikkate alındığında, 2014 yılının ilk üç ayında internet kullanan bireylerin yüzde 78,8’i sosyal paylaşım sitelerine katılım sağlarken, bunu yüzde 74,2 ile online haber, gazete ya da dergi okuma, yüzde 67,2 ile mal ve hizmetler hakkında bilgi arama, yüzde 58,7 ile oyun, müzik, film, görüntü indirme veya oynatma, yüzde 53,9 ile e-posta gönderme-alma takip etti.
İnternet kullanan bireylerin yarıdan fazlası e-devlet hizmetleri kullandı
İnterneti 2013 yılı Nisan ayı ile 2014 yılı Mart aylarını kapsayan on iki aylık dönemde kullanan bireylerin kişisel amaçla kamu kurum/kuruluşları ile iletişimde internet kullanma oranı yüzde 53,3 oldu. Bu oran önceki yılın aynı döneminde (2012 Nisan-2013 Mart) yüzde 41,3’tü. Kullanım amaçları arasında kamu kuruluşlarına ait web sitelerinden bilgi edinme yüzde 51,2 ile ilk sırayı aldı.
İnternet üzerinden alışveriş arttı
İnternet kullanan bireylerin internet üzerinden kişisel kullanım amacıyla mal veya hizmet siparişi verme ya da satın alma oranı yüzde 30,8 oldu. Önceki yıl İnternet üzerinden alışveriş yapanların oranı ise yüzde 24,1’di.
İnternet üzerinden alışveriş yapan bireylerin 2013 yılı Nisan ile 2014 yılı Mart aylarını kapsayan on iki aylık dönemde yüzde 51,9’u giyim ve spor malzemesi, yüzde 27’si ev eşyası (Mobilya, oyuncak, beyaz eşya vb), yüzde 26,8’i seyahat bileti, araç kiralama vb., yüzde 24,9’u elektronik araçlar (Cep telefonu, kamera, radyo, TV, DVD oynatıcı vb.), yüzde 15,9’u kitap, dergi, gazete (e-kitap dahil) aldı.
Eğer dünyanın geri bırakılmış bir ülkesinde büyümediyseniz LEGO’dan habersiz olma ihtimaliniz sıfıra yakındır. Pek çoğumuz için çocukluğumuzda, çoğunlukla maddi nedenlerden dolayı, erişilmesi oldukça güç kalsa da dünyadaki pek çok eve girmeyi başaran bir oyuncaktan bahsediyoruz.
1949 yılından bu yana 750 milyardan fazla LEGO parçası üreten firmanın bizimle paylaştığı veriler oldukça dikkat çekici.
Dünyadaki her bir kişi başına yaklaşık 88 LEGO parçası düşüyor.
1958 yılından bu yana üretilen tüm LEGO parçaları bir biri ile uyumlu.
2012 yılında her saat yaklaşık 5,2 milyon LEGO parçası üretilmişti.
LEGO dünyanın en büyük lastik tekerler üreticisi durumunda.
Dünyadan aya ulaşacak bir kule için yaklaşık 40 milyar LEGO parçası yeterli oluyor.
LEGO ilk minfigürü (İnsancık) ürettiği 1958 yılından bu yana 4 milyardan fazla minifigür üretti.
LEGO’nun bu etkileyici rakamlarına rağmen doğru gitmeyen bir şeyler oldu. LEGO tüm aksi yöndeki çabalarına rağmen 2000 yılından itibaren patentlerini yavaş yavaş kaybetmeye başladı ve takvimler 2011 yılını gösterirken LEGO parçalarının patent haklarını tümüyle kaybetti. Bunun nedeni patent sürelerinin bitmesiydi. İçlerinden en ünlüsü MegaBloks olmak üzere pek çoğu Çin merkezli firmalar LEGO’yu kopyalamaya ve kendi setlerini üretmeye başladılar. Bu setler LEGO ile kıyaslanamayacak denli ucuz şekilde pazara girdi ve LEGO satışlarında ciddi düşüşler yaşandı.
Yaşanan bu değişim ile birlikte LEGOyenilikçi adımlar atması gerektiğine karar vermişti ve lisanslamalar ile ürün gamını Harry Potter, Star Wars gibi tematik alanlara yönlendirdi. Ancak rakiplerinden MegaBloks da benzeri bir strateji izledi ve popüler bilgisayar oyunları, TV dizileri, oyuncaklar için seriler üretti.
LEGO kendine yeni alanlar bulması gerektiğini biliyordu. Bilgisayar ve konsol oyunları LEGO’nun dijitalleşmeye başladığı alanlarda önemli bir bileşen haline geldi. Aslında bu akım LEGO’nun patentlerini kaybetmesinden çok önce 1997 yılında başlamıştı. Ancak 2011 yılına kadar, lisanslamalar ile birlikte, 15 yılda sadece 35 oyunu pazara sunan LEGO 2011 yılından sonra 2014’e kadar 23 oyunu daha piyasaya sürdü.
[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=9SMvuZoVSvE]
LEGO sadece oyunlar ile kalmadı pek çok mini video serisinin yanı sıra uzun metrajlı filmler yayınladı. Bunlardan The LEGO Movie 60 milyon dolar bütçe çekilip 468 milyon dolar gişe hasılatı elde etti.
[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=v1UHdkfMcpk]
Ayrıca LEGO parçalarından masa üstü oyunları pazara sundu ancak bu oyunlar çok fazla satılmayınca bu seriyi sonlandırdı.
LEGO yüksek fiyatlı ürünleri ile tek başına hayatta kalamayacağı için sürekli yenilik yapmak zorunda olduğunun farkında ve bu bilinç ile küresel teknolojinin dijitalleşme süreci ile hareket etmesi gerektiğini çok iyi biliyor. LEGO’nun bu dönüşüm içinde en son pazara sunduğu ürünü ise FUSION serisi.
LEGO FUSION 250 civarı parçadan oluşan paketlerden oluşuyor. FUSION parçalarının standart LEGO parçalarından hiç bir farkı yok. Bu setler ile evler veya kuleler inşa ediyorsunuz. Ama bu yapıları bütünüyle yapmak yerine sadece ön yüzlerini yapıyorsunuz. Daha sonra iOS veya Android platformlarındaki uygulaması ile bu eserinizin bir fotoğrafını çekerek onu dijital dünyaya ışınlıyorsunuz. LEGO eseriniz dijital LEGO dünyasındaki bir binaya dönüşüyor.
[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=WU0j54iLoSM]
FUSION setleri belki de kutusunun içinde detaylı yönerge kitapçıkları olmayan ilk paketler. Paketlere sadece yapılması gerekenleri gösteren kısa birer kılavuz konulmuş.
Genişletilmiş Gerçeklik ile bütünleşen LEGO FUSION setleri bir anlamda LEGO’nun fiziksel dünya ile dijital dünyayı bütünleştirmeye başladığı bir mihenk taşı olarak görülebilir. Ancak LEGO’nun dijital dönüşümünü bu adım ile bitirmek gibi bir niyeti yok. Endüstriyel devrimin yeni döneminde hayatımıza hızla girecek üç boyutlu yazıcılar LEGO’nun yeni faaliyet alanlarından birisi olacak. LEGO 2013 yılında mevcut LEGO parçaları üzerine özelleştirilmiş eklentilerin yazdırılmasını sağlayan bir patentaldı.
LEGO’nun dijital dönüşüm süreci devam edecek. Bu hikâyeden çıkartılması gereken ders ise ürünlerine ait patentlerini kaybetmiş ve yok olacağı yazılıp çizilmiş bir firmanın dahi dönüşen dünyada varlığını sürdürmek için takip ettiği stratejide dijitalleşmenin ve teknolojinin ne denli önemli rol oynadığı.
Bizim sahip olmak için özlem çektiğimiz LEGO paketlerine belki de torunlarımız tabletleri ile tasarladıkları oyuncakları 3D yazıcılarından çıktı alarak sahip olacaklar. Kim bilir? Bekleyip göreceğiz.
İnternetin yaygınlaşması ve akıllı mobil cihazların yaygınlaşması ile birlikte internet üzerinden satış yapan e-ticaret sitelerinin hem sayısında hem de hacminde önemli bir artış yaşanıyor. Bu artış beraberinde işlem sayısında artışı getiriyor. Ancak pek çok müşteri dijital dünyada alışveriş sepetine attığı ürünleri bir siparişe dönüştürmeden e-ticaret sitesini terk ediyor.
Business Insider‘ın yaptığı bir araştırmaya göre e-ticaret sitelerinde sepete ürün atılan işlemlerin yüzde 74’ü terk ediliyor. Terkedilen bu sepetlerin ticari değeri 4 trilyon dolar büyüklüğünde.
Terkedilen e-ticaret sepetlerinin satışa dönüştürülmesi için çözüm sunan Barilliance verilerine göre bu tarz sepetlerin yüzde 63’ünü tekrardan satışa dönüştürmek mümkün. 2,52 trilyon dolarlık ticari bir potansiyelden bahsediyoruz.
Yapılan analizler terkedilen sepetleri geri kazanmak için e-ticaret sitelerine şu tavsiyelerde bulunuyor
Sepetini terk eden müşterilerin pek çoğu daha sonra geri dönmek üzere sayfadan ayrıldıklarını ifade ediyor. Bu noktada e-ticaret sitelerinin daha güçlü takip ve teklif seçenekleri üzerinde çalışması gerekiyor.
Terkedilen sepetler için takip eden üç saat içinde müşteriye gönderilecek özelleştirilmiş bir e-postayı müşterilerin yüzde 40’ı okuyor ve yüzde 20’si tıklayarak sepetine geri dönebiliyor.
Satın alma sürecinin kısaltılması ve mümkün olduğunca kolay hale getirilmesi gerekiyor (Örneğin Amazon’un tek tıklama ile sipariş hizmeti var)
Müşterilerin belirli bir kısmı sepetine baktığı aşamada farklı bir web sitesinden fiyat kontrolü yapabiliyor. Sepete bakılan anda sunulan interaktif indirim teklifleri sepetin terkedilme oranlarını düşürüyor.
Her yıl düzenli olarak, çeyrek dönemler şeklinde, GlobalWebIndex tarafından yayınlanan küresel medya verilerine göre dünyanın en çok TV izlenen ülkelerin başında Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık ve Avusturalya geliyor. Bu durum çevrimiçi arenaya baktığımızda ise Çin, Tayland ve Suudi Arabistan olarak sıralanıyor.
Tüm dünyada günlük çevrimiçi televizyon izlemeye ayrılan süre geleneksel televizyon izlemeye ayrılan sürenin hâlâ oldukça altında. Bu noktada her iki izlenme rakamı için Çin’in dünyanın geleneksel TV’den daha fazla çevrimiçi TV izlenen ilk ülkesi olma yolunda hızla ilerlediğinizi görüyoruz.
Türkiye için rakamlara baktığımızda ülkemizde günlük ortalama 35 dakika çevrimiçi TV izlenirken geleneksel TV‘nin izlenme süreleri 130 dakika olarak karşımıza çıkıyor.
Rakamların tamamının verdiği mesaj ise gelecek yıllarda geleneksel TV’nin düşünüldüğü kadar hızlı yok olmayacağı ama bu kaçınılmaz süreç mutlaka yaşanacak.
ESET, giderek yaygınlaşan bir sosyal medya aldatmacasını tespit etti. Facebook üzerinden yayılan bu aldatmacada, geçtiğimiz günlerde intihar eden aktör RobinWilliams tarafından hazırlanan bir veda videosu olduğu iddia ediliyor. Fakat videoyu izlemek isteyenlerin önce bunu arkadaşlarıyla paylaşması sonra da bir anketi doldurmaları isteniyor. Her tamamlanan anket ise dolandırıcılara küçük miktarlarda para kazandırıyor.
Siber suçlular, herkesi derinden etkileyen Robin Williams’ın intiharını kendi faydalarına dönüştürmeye çalışıyor. ESET Güvenlik Uzmanlarından Peter Stancik’in verdiği bilgiye göre; söz konusu aldatmanın ana hedefi, anketi dolduran herkesten haberleri olmadan küçük miktarlarda para toplamak. Stancik, şunları söylüyor: “Ünlülerin ölümlerinin Facebook üzerinde bu şekilde bir aldatmacada kullanılması ilk değil. Ne kadar çok anketi dolduran kullanıcı olursa, bu dolandırıcıların o kadar fazla para kazanması demektir. Şunu da söyleyeyim: Anketi doldurduktan sonra Robin Williams’ın herhangi bir videosunu göremeyeceksiniz.“
Ne yapılmalı?
Yapılacak en iyi şey bu aldatmacayı paylaşmamak ve Facebook’a rapor etmektir. Stancik “Sosyal ağlarda tıklayacağınız linki önce kontrol etmek iyi bir fikirdir ve kendiniz görmeden hiç bir bağlantıyı paylaşmayın ya da beğenmeyin. Aksi takdirde arkadaşlarınızın ve ailenizin de bu aldatmacaya maruz kalmasına sebep olabilirsiniz“ diye sözlerine ekledi.
Suriye kökenli zararlı yazılımlardan bölgedeki çoğu ülke etkilenirken, Türkiye bu ülkelerin arasında ilk sıralarda bulunuyor.
Orta Doğu‘nun jeopolitik anlaşmazlıkları, son birkaç yıl içerisinde, özellikle Suriye’de derinleşti. Taraflar siber zekâyı sömürüp gizleme yöntemlerinden faydalanarak çekişmeyi kendi lehlerine çekmeye çalışırken, buradaki sanal gerçeklik anlaşmazlığı giderek yoğunlaşıyor. Kaspersky Lab’ın en yeni tehdit araştırması, ileri sosyal mühendislik taktikleri dâhil olmak üzere çeşitli teknikler kullanarak Suriye’yle ilgili pek çok zararlı yazılımı ortaya çıkardı. Kullanıcıların, Orta Doğu’daki kullanıcıları ve özellikle Suriye vatandaşlarını hedef almak üzere kullanılan bu teknikler ve araçlar konusunda bilgi sahibi olması gerekiyor.
Kaspersky Lab Global Araştırma ve Analiz Ekibi Kıdemli Güvenlik Araştırmacısı Ghareeb Saad, “Sosyal mühendislik, hızlı uygulama geliştirme ve kurbanın bütün sistemini ele geçirmeyi hedefleyen uzaktan yönetim araçları gibi faktörlerin kombinasyonu, masum kullanıcılar için endişe verici bir senaryo oluşturuyor. Suriyeli zararlı yazılım saldırılarının devam edeceğini ve hem nitelik hem de nicelik açısından gelişeceğini tahmin ediyoruz. Dolayısıyla kullanıcılar, özellikle şüpheli bağlantılar konusunda dikkatli olmalı, indirdikleri dosyaları iki kez kontrol etmeli, güvenilir ve kapsamlı bir güvenlik çözümü kurmuş olmalıdı.” şeklinde konuştu.
Son birkaç yılda bu ülkeyle ilgili sanal gerçeklik alanında pek çok faaliyetin gerçekleşmesiyle Suriye‘deki siber saldırılar ön plana çıktı. Bir grup bilgisayar korsanından oluşan Suriye Elektronik Ordusu’nun pek çok medya kaynağı da dâhil olmak üzere üst düzey kuruluşlara yapılan saldırılarla ilgisinin olduğu belirlendi.
11-14 Eylül 2014 tarihleri arasında bilişim sektörünü buluşturmaya hazırlanan CeBIT Bilişim Eurasia ve GlobalKonferans öncesi düzenlenen basın toplantısı, HannoverMesseTurkey yetkilileri, etkinlik sponsorları ve sektör yetkililerinin katılımıyla gerçekleşti.