Oskar Ryszard Lange: “Günümüzde insanlar her şeyin fiyatını biliyor, fakat hiç bir şeyin değerini bilmiyor” diyor. Biz de araştırmacı bilim insanlarının desteğiyle konuyu açımlamaya çalışalım.
İnsanın en büyük açmazlarından biri, şimdiki zamana kıstırılmış olmak gibi görünüyor. Son 20 yılda sonsuz büyüklükteki veri akışına maruz kalmak, o denli görünür değişikliği beraberinde getirdi ki kendine şu sormayan sanırım kalmamıştır çoğu ülkede: “Cep telefonu ve internet yokken biz nasıl haberleşiyorduk?” Bunun dışındaki soruları ise artık kimse sormuyor: “Bunca besin kaynağı, paketleme ve dağıtım olmadan biz nasıl yaşayabiliyorduk?”
Öyle ya, yetecek paran varsa, her yer çilek, her şey çikolata…
1790 yılları civarında, İngiliz ekonomisinde ilk defa üretim verimliliğinde düzenli bir yükseliş eğilimi görüldü. İngiltere’nin Malthus kapanından [Malthus Kapanı: Aç insan sayısının her zaman kendilerini besleyecek kaynaklardan fazla olacağını ileri süren İngiliz iktisatçının adıyla anılan teorik varsayım.] kurtulmasını ve Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkışını mümkün kılan da, verimlilikte meydana gelen bu önemli yükseliş oldu.
Avrupa’nın geri kalanında ve Doğu Asya’da, uzun zamandır nüfus, sabit tarım ekonomilerinin Malthus kapanı tarafından şekillendirilmişti. Üretici güçler, ilk defa İngiltere’de ortaya çıkan yeni üretim teknolojilerini kolayca benimsedi.
Sanayi Devrimi’nin ilk defa, nüfusları çok daha büyük olan Çin ya da Japonya’da gerçekleşmemiş olması kafa karıştırıyor. Clark’ın bulduğu verilere göre, zengin sınıflar olan Japonya’da Samuraylar ve Çin’de Qing Hanedanı, şaşırtıcı biçimde fazla üremiyorlardı ve bu yüzden İngiltere’de üretim odaklı değerleri yayan aşağı doğru sosyal hareketliliği sağlamakta başarısız oldular.
Sanayi Devrimi’nden sonra, en zengin ve en fakir ülkelerin yaşam koşullarında hızla uçurum açılmaya başladı. 1800’de 4’e 1 olan refah eşitsizliği bugün 50’ye 1 oranından daha fazla. Sanayi Devrimi konusu üzerine yeterli bir açıklama getirememeleri gibi, iktisatçılar zengin ve yoksul ülkeler arasındaki ayrıma da iyi bir açıklama getirebilmiş değiller, yoksa önerebilecek daha iyi çözümleri olurdu.
Ronald Wright, İlerlemenin Kısa Tarihi adlı çalışmasında önemli bazı konuları çok anlaşılır cümlelerle yazabilmiştir. Örneğin: “Eski Taş Çağı günümüzde bize öyle uzak geliyor ki, bir karikatürde görüp kıkırdamak dışında onun üstüne pek kafa yormuyoruz. Aslında bu çağın sona erişi günümüze çok yakındır; İsa’nın doğumundan ve Roma İmparatorluğu’ndan beri geçen zamanın sadece altı misli geridedir ve mağarayı (s. 34) terk ettiğimizden bu yana meydana gelen büyük değişiklikler fiziksel değil kültüreldir. Bizim gibi uzun süredir dünya üzerinde olan türler böyle kısa zaman dilimlerinde gözle görülür bir evrim geçirmezler. Bunun anlamı şudur: Kültür ve teknoloji birikiyor, doğuştan gelen zekâ ise aynen olduğu gibi kalıyor.”
Bir kaç yıl önceki yazıda alıntı yaptığım şu cümleleri yinelemek istiyorum; mağara resimlerinin görkemini Rönesans ile karşılaştırdıktan sonra ekler Wright: “… bu sanat ve teknoloji atağı, kimilerinin iddia ettiği gibi, bizim aniden yepyeni bilişsel yetilere sahip yeni bir tür haline dönüştüğümüzü ispatlamaz. Öte yandan bu hepimizin aşina olduğu kültürel bir modelin kanıtıdır: Boş vakit sağlayan yiyecek fazlalığı. Avcılar ve toplayıcılar ihtiyaçlarından fazlasını toplayıp avlıyorlardı, böylece resim yapmak, boncuklar ve tasvirler üretmek, müzik yapmak ve dini ritueller düzenlemek için vakitleri oluyordu.”
Günümüzde biriktirdiklerimizle tanımladığımız “zenginlik” gerçekte, bize sağladığı boş zamanla ölçülebilir olmalı aslında… İlkel Çağlar dediğimiz zamanlarda, boş zaman sağlayan yiyecek fazlalığı, hiç birşeye zaman bırakmayan, biriktirmek için almak ve ihtiyaç için değil kar etmek için sınırsızca üretmek hastalığına dönüşmüş durumda, oysa o zamanlar: “Tarihte ilk defa insanlar zengin olmuştu.”
Ve şimdi her şeyi kaybetme ihtimali hakkında şu cümlelere kulak verelim: California Üniversitesi, Davis kampüsünde bir iktisat tarihçisi olan Gregory Clark’a göre, pek çok yorumcu, fakir ülkelerin fakir kalmasının sebebi olarak, ekonomik ve sosyal kurumların başarısızlığını gösterir, buna karşın çözüme giden yol olacakmış gibi önerilen ve hatta dayatılan kurumsal reform reçeteleri, “hastayı tedavi etmede tekrar tekrar başarısız oldu.”
Clark, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi “ibadet merkezlerini”, anlamadıkları hastalıklara deva olarak kan alınmasını tavsiye eden şaman doktorlara benzetiyor.
Clark’ın tezi şunu ima ediyor: Eğer Sanayi Devrimi’nin sebebi insan davranışlarındaki değişimlerse, o zaman tarım ekonomilerinin kısıtlarına uyum sağlamaya zaman bulamamış nüfuslar aynı üretim verimliliğine ulaşamayacaktır.
Yine de zaman adını taktığımız olgu, sandığımız kadar önemli değil, sonuçta: “Jeolojik açıdan bakıldığında, üç milyon yıl, bir yeryüzü gününün bir dakikasına eşittir.” Bu tür benzetimlerin en derinden yaralayan örneklerinden biri, ara ara sosyal medyada dolaşıma giriyor: 4,6 milyar yaşındaki bu gezegenin yaşını 46 yıl olarak tanımladığında insan, 4 saattir var, Sanayi Devrimi 1 dakika önce başladı ve 36 saniye içinde dünya üzerindeki ormanların yarısı yokedildi…
Yani ve belki de yiyecek fazlası konusundaki bu ani gelişmenin en kötü sonuçlarından biri, Malthus Kapanı’nın her hangi bir anda ve bu kez olanaksızlıklar değil, insan eliyle yeniden kurulması riski olabilir.