Site icon TechInside

Sansürün uzun ve mağlup tarihi

Görsel: IsaacMao, Flickr
Görsel: IsaacMao, Flickr

Uygarlık tanımı yapılması çok zor bir kavram. İnsanın hangi tarihten itibaren ‘uygar’ sayılması gerektiği de gerçekten muamma. Yine de hangi tarihten başlatırsanız başlatın, uygarlık tarihi her döneminde sansür illeti ile birlikte yaşamış. Sansür, sanki genel ideolojiyi savunanlardan ve büyük bir çoğunlukla dönem iktidarlarından bir virüs gibi yayılmış uygarlığın damarlarında. Hem de her alanda. Sanattan politikaya, inanışlardan cinsel tercihlere, sporlardan kıyafetlere kadar sansürün gazabına uğramamış hiçbir alan yok. Tarih boyunca tüm sansürlerin tek ortak yanıysa, hiçbir sansürün başarılı olamamış olması. Geçici olarak engel olsa da sansürlenen şeye muhakkak ki toplumlar tarafından erişilmiş, çoğaltılmış ve genellikle de sansürü koyanların ortadan kaybolmasıyla sonuçlanmış.

Ben de bu yazıda uygarlık tarihinin bazı altı çizilesi sansür vakalarını bir hatırlatmak istedim.

Öncelikle ‘sansür’ kelimesinin kökenlerine bakalım. Aslında, sansür bir durumu değil bir kişiyi anlatan bir kelime. Antik Roma’daki iki baş yargıçtan ahlak ve tavırlarla ilgili gelişmeleri takip eden, değerlendiren ve bu konularda karar verenine ‘sansür’ adı verilmiş. Zamanla bu kelime bir kişiyi değil bir durumu, bir uygulamayı anlatır şekilde kullanılmaya başlanmış. İlk Sansür Bürosu da yine Antik Roma’da M.Ö. 443 yılında kurulmuş.

Genellikle tarih bilimciler ilk ve en ünlü sansür vakası olarak, Sokrates’in, gençliğin aklına örf, adet ve inanışlara göre uygunsuz fikir ve bilgileri soktuğu iddiası ile zehir içmeye zorlanması ve Sokrates’in tüm felsefi öğretisinin yasaklanmasını sayarlar. Tarihse M.Ö. 339’dur.

Devamındaki bazı ilginç sansür vakalarından örneklereyerek devam edelim, isterseniz. Konfiçyus’un tüm yapıtları M.Ö. 250 yılında dönemin Çin Hanedanı tarafından politik olarak uygun bulunmadıkları için yasaklanmıştı. Yahudi devletleri Hıristiyanlık dininin geleceğine dair kehanetleri olan kahin Jeremiah’ın adının bile anılmasını engellemişti. İncil’in Roma’da; Kuran’ın ilk dönem Hıristiyan devletlerinde yasaklanmış olmasını söylememe gerek bile yok sanırım.

1501 yılında Floransa’da, Mikelanj’ın ünlü David heykeli, bu başyapıtı ahlaka mugayyir bulan bağnazlar tarafından taşlanmış ve bir kolu kırılmıştı. Aynı heykelin Kaliforniya’daki bir replikası da 1939 yılından 1969 yılına kadar edep bölgeleri bir incir yaprağı ile örtülmek marifetiyle sansürlenmişti. 1969’da David’in bir posterini sergileyen Sidney’deki bir kitapçı Avustralya zabıtası tarafından basılmış ve postere el konuşmuştu.

Güzelliğin simgesi olarak kabul edilen ünlü Venus de Milo heykeli, 1853 yılında Almanya’nın Mannheim şehrinde, ‘çıplak’ olduğu için lanetlenmişti. 1930 yılında Palmolive markası, Venus heykelini reklamlarında kullanmak istediğinde ise ancak ve sadece göğüs uçlarına birer nokta ile sansür uygulayarak izin alabilmişti.

Ortaçağ Fransa’sında sincap ve kurt kürklerini giymek, değerli taşlar ve altından yapılı takılar takmak yasaklanmıştı. Hatta yasaklar o kadar ileri gitmişti ki geliri belli bir seviyenin üzerinde olanların yılda sadece üç elbise alma hakları vardı. Dördüncü elbiseyi satın almak suç sayılıyordu.

Kulağa tuhaf gelse de William Shakespeare en çok sansürlenen yazarlardan birisiydi. Kraliçe I. Elisabeth döneminde, “II. Richard” eseri komple yasaklanmıştı. 1660 yılında, yazarın bir çok oyunu, ‘izleyenlerin aklına yanlış fikirler getirebileceği için’ devlet eli ile Sir William Avenant tarafından ya kırpılmış ya da yeniden yazılmıştı.

Nazi Almanya’sında binlerce kitap yasaklanmış, 100 binlerce kitap şehir meydanlarında aleve verilmişti.

Sovyetler Birliği’nde de sansür sistematik olarak toplumun batı ile iletişimini kesmek için uygulanmış ve batılı yazarların kitapları, televizyon dizileri ve filmleri sürekli yasaklanmıştı.

Daha yakın tarihlere gelirsek, John Lennon’ın 1966 yılında Beatles’ın İsa’dan daha ünlü olduğunu söylemesi Amerikalı tutucu kitleleri kızdırmıştı. Bunun sonucunda sokaklarda toplanan kitleler Beatles LP’lerini ve posterlerini ateşe vermişti. Bir süreliğine Amerikan radyolarında Beatles şarkılarının çalınması yasaklanmaya uğraşılmıştı.

Tarihin en çok yasaklanan ve/veya sansüre uğrayan kitapları listesinden bir kaç eseri de saymak isterim: Mark Twain’in ‘Huckleberry Finn’in Maceraları’, Anne Frank’ın Günlüğü, Aldous Huxley’nin ‘Cesur Yeni Dünya’sı, John Steinbeck’in ‘Gazap Üzümleri’. Bu liste çok daha uzatılabilir. Sanırım listenin ortak noktasıysa her birinin aynı zamanda dünya tarihinin en çok satan kitapları arasında yer alması.

Türkiye tarihi de sansür tarihidir. İktidarların kimliğine göre Nazım Hikmet’in, Sezai Karakoç’un, Aziz Nesin’in, Necip Fazıl Kısakürek’in ve hatta Yaşar Kemal’in dahi sansürden nasibini aldığı ve yasaklandığı dönemlerle doludur Cumhuriyet tarihi. Onlarca film gösterime dahi giremeden yakılmış ve yok edilmişti. 1980 darbesi sonrası birçok kitap sun unsuru olarak kabul edilmiş, insanlar evlerinde belli kitapları bulundurdukları için tutuklanmış ve toplanan kitaplar yakılarak yok edilmişti.

Geldik bugüne. Modern, aydınlık, iletişim pıtırcığına dönmüş global dünyamıza. İnternet dönemi ile birlikte yeni ve yenilikçi bir sansür dönemi başladı. Çin ve İran’ın başını çektiği, Suudi Arabistan, Kuzey Kore, ABD, Türkiye, Mısır ve İngiltere gibi ülkelerin takip ettiği bir sansür furyası.

Bugün, en azından bu yazıda, internet sansüri ile ilgili çok yorum yapmayacağım. Tarihe bakınca şunu görmüyor olmak, sanıyorum yeterli. Sansür ve yasaklar hiçbir görüş, inanış ya da fikrin toplumlara erişmesine engel olamamış ve hiçbir yönetim sansür ve yasaklamalar ile kendi iktidarının devamını sağlayamamış.

Başka bir yazıda, global bir bakış açısı ile tüm dünyadaki internet sansürü ve yasaklamalar ile ilgili konuşmak üzere…

Exit mobile version