The Startup Owner’s Manual (Girişimcinin Rehberi – Boyut Yayıncılık 2014) isimli kitabında Steve Blank girişimciliğin uzun ve keşifler ile dolu bir yolculuk olduğunu anlatır. Bu yolculukta tek bir kahraman hikayesinin binlerce farklı yüz ile tekrardan yaşandığını anlatır. Ancak bu süreç sonu için Blank kitabında; girişimcilik süreci ile başarıya ulaşan girişim dönüşümü için oldukça dikkat çekici bir tanım yapar. “Shakesparevari bir trajedidir” der ve ekler; “Aniden tutkulu girişimci artık başarıyı yakalamış şirketi yönetmek için doğru kişi olmaktan çıkar. Veya daha acı verici bir şekilde çok daha basmakalıp bir yapının içinde kendini bulur.” Şöyle devam eder yazısına; “Artık girişimci operasyonlardan sorumlu bir yönetici olmuştur. Şirketin yakaladığı başarı girişimciliğin pırıltılı heyecanını gölgeler.”
Geçen hafta birden fazla girişimcilik ile alakalı etkinliğe katılma şansım oldu. Her ikisinde de sahneye çıkan konuşmacılar bir dönemde sıfır noktasından (bazısı kısmen sıfır noktasından) başlayarak işlerini büyütmüş, başarıya ulaşmış, şirketini büyük bedeller ile satmış veya satmak istese oldukça büyük rakamların konuşulacağı bir konumda bulunuyor. Kısacası Blank’in kitabında bahsettiği girişimcilik macerası biteli çok uzun zaman olmuş. Bu değerli insanların tecrübeleri, tavsiyeleri ve görüşleri şüphesiz ki girişimcilik kültürü için çok fazla değer içeriyor. Ancak her zaman olduğu gibi bir ama var!
Girişimciliğin bitip bir iş adamlığının veya klasik yöneticiliğin başladığı noktada “Girişimci” unvanını terk etmek istemiyorlar. Onlar yaşı 35’i geçtiği halde kendisini 18’inde gibi gören orta yaş krizine girmek üzere yaşamlara benzetiyorum. İş adamlığının getirdiği olgun yönetici ile içi kıpır kıpır, arayışı devam eden, girişimci arasındaki araf bölgesinin belirsizliğinde tercih yapmakta zorlananlar.
Tam bu noktada bir ikilem ortaya çıkıyor; başarılı girişimciler ve iş adamlarını çekecek etkinlikler için pahalı otellerin, lüks balo salonlarında düzenlenen toplantılar. Maalesef bir dirhem şeker için bir çuval keçiboynuzu çiğnemeye benzeyen içerikler. Madalyonun diğer tarafında ise ülkemiz şartlarında bir garaj bile bulamamış girişimciler. İki soru sormak lazım, birincisi unvanından vazgeçmek istemeyen başarılı (eski) girişimcilere; acaba yolun başında olsalar bu tarz bir etkinliğin kendilerine ne kattığını düşünürlerdi? İkincisi ise başarıyı arayan girişimcilere; acaba bu lüks salonlarda düzenlenen etkinliklerin onlara ne kattığını düşünüyorlar?
İki cevap arasındaki farkın bize girişimciliğin kutsal toprakları olan Silikon Vadisindeki garaj ruhu ile ülkemizdeki balo salonu ruhu arasındaki farkı anlamakta yardımcı olacağına inanıyorum. Ancak şüphesiz bir diğer gerçek şu ki iyi bir girişimci mekanın neresi olduğuna asla bakmadan, yılmadan yoluna devam edenlerden çıkıyor.
Sevgili Usta bu metininde yok olan Garaj/defter arkası duyuncun ve trend halini almış lansman mantığını pek güzel olumsuz eleştirmiş. Elbette bu tarihlerde garajlardan yeni bir HP, De Lorian, IT, AEG çıkması beklenemez ancak yazının ikinci bölümü kıymetli bir klasizme* değinmiş. Ne eskinin ne de yeninin çocuklarına, anlamsızca durduğu yerinde bir gözlem. Lansmanlardaki budala aforizmalardan hiçbir artı beklenemez.
Son cümledeki kanıya, SDN’den Sevgili Bozdoğan PR verilebilir.**
*Olumsuz anlamıyla
** İyi temenniler