İlk zamanlarda, bilgisayarımızla konuşmak için mücadele ettiğimiz iki yol vardı. Komut satırında yazmak için klavyemiz ve grafiksel kullanıcı arayüzlerinde dolaşmak için kullandığımız farelerimiz. Fare sonuçta galip çıktı ve o andan sonra bilgisayarla iletişimde öncelikli yol olarak fareler hüküm sürdü.
Ama son beş yıldır önce dokunmatik ekran formunda sonra da Leap Motion gibi el hareketiyle etkileşim sistemleri formunda gaspçılar geldi. Dün, HP dokunmatik ekran, RealSense 3 boyutlu kamera, projektör, yassı dokunmatik ekranlı yüzey gibi etkileşim metodlarını birleştirip bir Frankeştayn yaratmak yeni bilgisayarı Sprout’u tanıttı. Bu bilgisayar tüm akranları gibi klavye ve fareyi öldürmeye çalışıyor.
HP Sprout bir fare katili olabilir mi?
Sprout 1.899 dolarlık satış fiyatı ile garip bir sistem ve yaratıcılıkla klavyesiz ve faresiz bir alet olarak tanıtılıyor. Tepedeki kamera yassı dokunmatik yüzeye koyduğumuz objelerin fotoğraflarını çekebiliyor.
Ama yapamadığı bir çok şey de var. Adobe uygulama desteği henüz yok. Klavyesiz olarak tanıtılsa da klavye arabirimin hâlâ öncelikli bir parçası.
Sprout gelecekte bilgisayarların nereye gideceğini bize göstermeye çalışıyor ama henüz bitmiş bir ürün değil. Bir başka deyişle, Leap Motion, Meta ve diğer birçok el kol hareketiyle komuta edilen, dokunmatik ya da ses bazlı arabirimler gibi bu etkileşimin karanlığına açılan bir tecrübe denemesi.
Dokunmanın özel kullanımlar için muhteşem olduğu inkâr edilemez. El hareketleriyle etkileşim de aynı ölçüde müthiş, özellikle sanal gerçeklikte gezinmek ya da üç boyutlu bir modeli keşfetmek için ekrana dokunamayan bir cerrah için çok şey ifade ediyor. Bu kullanım alanları çoğaltılabilir.
Ama pek çok senaryoya göre yetersiz de kalıyorlar. Hala primitif durumdalar. Fare ve klavyenin yaptıklarını daha fazla çabayla ortaya koyup yerine getiren bir kullanıcıya ihtiyaçları var. Bazı durumlarda, fare ve klavyenin yapabileceği basit bir görev için gereğinden fazla çabaya göstermeniz gerekiyor.
Teşekkürler Holywood
Peki bu fare ve klavye nefreti nerden geliyor? Geleceği hayal etmemiz ve filmlerde ve televizyonlarda çizilen portrelerden kaynaklanıyor olabilir. Azınlık Raporu ve Galaksinin Koruyucuları’nı düşünün. Iron Man’deki Tony Stark’ın bileğindeki vuruşla boşluklar etrafınndan kaydırıp yakınlaştırmasını düşünün. Filmlerde gösterilen zahmetsiz, üç boyutlu ortam tarafından baştan çıkartıldık. Elon Musk bile bundan etkilendi. İzlediğimiz filmler teknolojinin böyle olması gerektiğini düşünmemiz konusunda bizi etkiledi.
Ama tüm görsel efekt tasarımcıları birer bilgisayar etkileşim uzmanı değiller. Jacop Nielsen ise bir istisna ve tam da böyle biri. Her sistemin ne yapıp yapamayacağını göstererek ;“Tek bir kazanan yok”, diyor. “Farelerin ve de parmakların her birinin güçlü nedenleri var. İşte bu nedenle her iki sistemin de birlikte çalışması için bir arada tasarlamalıyız, birini diğerine tercih etmemeliyiz.”
Ancak, hepimiz Tony Spark’ın verdiği havalı güvenden ve günü ellerimizle dijital senfoni yaparak geçirdiğimiz gelecekten kaçamayız. Görünen o ki bu teknolojilerin pratik kullanımı için biraz daha beklememiz gerekecek.