Her sabah cep telefonunun alarmı ile uyanmaktan, Twitter, Facebook, Instagram akışlarını, Whatsapp mesajlarını ve e-postaları kontrol ederek güne başlamaktan, akşama kadar bir ekran karşısında oturup çalışmaktan, akşam eve dönüp TV karşısında zaman geçirmekten, arada kalan bütün boş zamanları irili ufaklı akıllı telefon ve tablet ekranlarına bakarak doldurmaktan… Kısacası hayatımızın uyku da dahil neredeyse 7/24 her anını işgâl eden teknolojiden bıkmadınız mı?
Teknolojiden bıkmış ve usanmışlığın ortasına geri düşüyorum! Ne kadar bıkmış olursam olayım, kendi kendime soruyorum; “Teknolojiyi hayatımdan ne kadar çıkartabilirim?” sonra; “Bir köye göçsem” diye düşünüyorum. İlk aklıma gelen elektriksiz yaşamanın hem kendim hem ailem için zulüm olacağı. Sonra fark ediyorum ki ısınma, sıcak su, temizlik, mutfak gibi tüm ihtiyaçlarım için yine elektrik lazım. Bu adımlar ve düşünceler beni yine başladığım noktaya getiriyor; Teknolojiden bıkmış ve usanmışlığın ortasına geri düşüyorum!
Hayatımın büyük bir kısmını harcadığım teknolojinin eşsiz bir yönünü inkâr etmem mümkün değil. Ne zaman biteceğini bilmediğim ömrümün herhangi bir anında yapabildiğim şeylerin sayısını akıl almaz ölçüde arttırıyor.
Bana sunulan bu hızlı yaşam standartları gerçekten istediğim şey mi? Bunu modern çağın bir dayatması veya baskısı olarak isimlendirebilir miyiz? Ancak bu olumsuz düşünce yumağından biraz arınıp konuyu daha objektif ele aldığımızda değişik bir şey fark ediyorum; sahip olduğum bu teknoloji ile geleceğe yön verme şansım çok daha fazla. Tarihin hiç bir aşamasında insanoğlunun sahip olmadığı bir güce sahibiz. Hayatımızı o kadar mükemmel şekilde programlayabiliriz ki geçmişte insanların yüzlerce yılda elde ettiği ilerlemeyi kişisel, ailesel ve toplumsal olarak yıllar hatta aylar içinde gerçekleştirebiliriz. O zaman kendimize sormamız gereken yeni bir soru ile karşılaşıyoruz;
Bu gerçekten umrumuzda mı? Dürüst bir cevap için başınızı ekrandan farklı bir yöne çevirip iki kez düşünmeniz gerekebilir.