Birleşmiş Milletler’in verilerine göre günümüzde toplam dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor. 2050’de 9 milyara ulaşması beklenen nüfusun ise yüzde 70’e yakınının şehirlerde yaşaması bekleniyor. Yine Birleşmiş Milletler’in 2012 tarihli bir raporuna göre nüfusu 1 milyonu aşan şehirlerin yüzde 60’ı en az 1 doğal felaketin meydana gelebileceği bölgelerde bulunuyor.
İşte Hopa, belki nüfus açısından değil ama doğal felaket alanında bulunması nedeniyle bu sınıfta. Şiddetli yağmur ve oluşan heyelan ve sel felaketi nedeniyle resmi rakamlara göre 8 kişi hayatını kaybetmişti. Peki, Hopa bir akıllı şehir olsaydı yitip giden yaşamlar aramızda olmaya devam eder miydi? Bunu bilemeyiz, ama bir sonraki doğal afetin olmayacağının bir garantisi yok ve akıllanmış bir Hopa ya da Türkiye’nin, dünyanın herhangi bir bölgesi bu tip olayların en az kayıpla atlatılmasını sağlayabilir. Nasıl mı?
Akıllı şehir kavramı her ne kadar o yerleşim yerinin girişindeki “Hoş geldiniz” tabelasıyla anılsa da işin aslı böyle değil. O şehre inen yamaç, bölgeye ulaşan yollar, civardaki ormanlar, akan dereler, barajlar ve bunun gibi aklınıza gelebilecek hemen her tabela sınırı dışı faktörün akıllı şehir olma yolundaki yerel yönetimlerce değerlendirilmesi gerekiyor.
Hopa örneğinden devam edelim. Heyelan tehlikesinin olduğu bölgede toprak altına yerleştirilecek sensörlerden elde edilen veriler toprağın nemini ölçerken, içinde bulunan maddelerin analiziyle heyelan ya da benzeri bir duruma izin verip vermeyeceği görülebilir. Şehrin üstündeki tepede bulunan ağaçların durumları uzaktan analiz edilerek hem lokal hava durumu hem de ağaçların sağlığının takip edilmesiyle bakım gerekip gerekmediğinin bilgisi alınabilir. Diğer yandan yine bu yöntemle o ağaçların sel ya da heyelanı ne oranda durdurabileceğine dair öngörülerde de bulunulabilir. Liste bununla sınırlı değil, bölgeye refah ve ekonomik canlılık getirmesi için dere üstlerine yapılan barajlar, henüz daha proje aşamasında simülasyona sokulabilir. Böylece dere yatağının değiştirilmesi durumunda oluşacak etkiler daha başlangıçta tespit edilebilirken, Karadeniz kıyısındaki yerleşim yerlerinde uygulanan, “dereyi 50 santimlik boruya hapsetmenin” bir çözüm olmayacağı baştan belli olabilir. Benzer bir analizi şehrin doğal afetle ilk temas edecek mahallelerindeki binalar için de yapmak mümkün. Ama durun bitmedi; yukarıda bahsettiğim sensörlerden gelecek verilerin yardımıyla şehrin kontrol merkezi, şehirde yaşayanlara tsunami alarmına benzeyen bir uyarıda bulunarak ortalıkta gezmemelerini söyleyebilir. Şehir çok mu büyük, o zaman herkesin cep telefonuna felaket öncesinde mesaj gönderebilir.
Yapılabilecekler listesi daha da uzar. Her şehrin durumuna göre değişir elbette. Ama şu anki anlayış, bakanlık seviyesinde yapılan “çok yağacak diye uyarmıştık” ya da “akıllı bina yaparak akıllı şehir olacağız” diyen belediye başkanı seviyesinde. Peki, şehirleri akıllandırmayı vaat eden özel sektörün “felaket önlemek için akıllı şehir” vizyonu var mı? Maalesef ben şu ana kadar rastlamadım…