Kişisel mahremiyet ve veri gizliliği konularında teknoloji şirketlerinin adı, ülke yönetimleri ve gizli servislerke birlikte anılıyor. The Guardian’da konuyla ilgili bir makale hazırlayan Tom Liacas, dünyanın farklı yerlerinden verdiği örneklerle konuyu özetliyor. Liacas’ın yazısındaki örnekler ve yorumları şu şekilde;
“Bu yılın başlarında Suudi Arabistan yönetimi, blogger Raif Badawi’nin kırbaçlanma cezasına çarptırıldığını duyurduğunda, adamın eşi ve kız kardeşi Movements.org üzerinden özel bir kampanya başlatarak seslerini tüm dünyaya duyurmayı başarmıştı. Sitedeki diğer kimseler ücretsiz çeviri yapmış, Kanada’dan Irwin Cotler ise Badawi’nin uluslararası temsilcisi olmayı kabul etmişti. Dünya çapında yankı bulan olayın ardından blogger’ın cezası silinmişti.
Google tarafından da desteklenen Movements.org, şirketin özgür düşünce ve kişisel haklar konusunda destek olacak bir platform oluşturma amacıyla doğdu. Bu ve benzeri atılımlar ilginç bir şekilde, Google ve diğer ünlü isimlerin “hükümetlere bilgi sağlaması” aşamasından sonra gerçek oldu. Peki bu zorunlu adım niçin atıldı?
Yahoo, Google ve Microsoft, 2006 yılında kendilerini Çin hükümeti ile karşı karşıya bulmuştu. Çinli gazeteci Shi Tao’nun bazı devlet bilgilerini sızdırması sebebiyle tutuklanması ise Yahoo’nun bilgileri hükümete vermesiyle gerçekleşmişti. Benzeri olayların ardı arkası kesilmedi, teknoloji devleri kullanıcıların özel bilgilerini hükümetlere “mecbur oldukları” gerekçesiyle sundular.
2013’te patlak veren Edward Snowden skandalında ise NSA’in, Google, Yahoo, Microsoft ve Facebook’tan düzenli olarak bilgi aldığı ortaya çıkmıştı. Tüm dünya bu gerçekle çalkalanırken, bahsi geçen firmaların şöhreti de düşüşe geçti. Öte yandan Fransız şirketi Amesy’nin de 2011 yılında ortaya çıkan bilgilere göre Kaddafi’ye vatandaşları hakkında bilgi verdiği gündeme geldi. 2013’teyse İngiliz – Alman ortak markası FinFisher’ın da 25 ülkede yazılımlarıyla kullanıcıların ve hükümetlerin gizli bilgilerini topladığı öğrenildi.
Bu süreçte ünlü markalar ne yapacağını düşünürken, bazı isimler de akıllı stratejiler geliştirdi. Örneğin ülkemizde gerçekleşen Twitter sansürü döneminde, bazı VPN servisleri, üyelerine ücretsiz hizmet sundu. Bu sayede hem şirketin ünü artış oldu hem de marka ismi tanınır oldu.
Son olarak Amnesty International’ın teknoloji ve insan hakları takımından Tanya O’Carroll da bu durumun şirketler için zor olduğunu dile getirdi. Zira markalar ya hükümetlerin isteklerini yapacaklar ve kulanıcı kitlesini karşılarına alacaklardı ya da kullanıcı gizliliğini ön plana çıkartarak pekçok büyük ülke ile kanlı bıçaklı hale gelecekti. Kısacası dünyanın önde gelen teknoloji şirketleri ne yapacakları konusunda olumlu adımlar atmakla birlikte tam olarak nasıl hareket etmeleri gerektiğini henüz netleştirmiş değiller.”