Bizim medyanın, özellikle haber ajanslarının kötü bir alışkanlığı var. Konu, bilim ve teknoloji olduğunda, özellikle de bir Türk biliminsanının katkısı varsa hemen teraziyi rafın altından çıkartıp tartmaya kalkıyorlar.
Bunun son örneği, dün akşam Anadolu Ajansı kaynaklı bir haberin, pek çok “haber” sitesinde “Kilosu 72 bin dolar” başlığıyla verilmesiyle yaşandı. Habere göre Dumlupınar Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yunus Erdoğan başkanlığındaki bir ekip, borun fabrikada işlendikten sonra oraya çıkan endüstriyel atıklarda Rubidyum elementine ulaşmayı keşfetti…
Ajanstan dağıtılan haberde neyseki Rubidyum’un kullanım alanlarına da değinilmiş. Buna göre tıbbi görüntüleme cihazları, fiber optik telekomünikasyon ve tıp alanında kullanılıyormuş. Bunlar haberin ilk bölümüne yerleştirilmiş, ama “Kilosu 72 bin dolar” dendikten sonra. Alt detaylara inmek için Dumlupınar Üniversitesi’nin sitesine girdiğimde ise daha detaylı ve gerçekçi açıklamalarla karşılaştım. Prof. Dr. Yunus Erdoğan ve ekibini kutluyor ve tekrar asıl mevzuuya dönmek istiyorum.
Eski ve kötü bir alışkanlık
Medya, özellikle bahsettiğim gibi ajanslar bunu ilk kez yapmıyor. Daha önce pek çok kez, neredeyse bıktırırcasına Bor madeninin etkilerinden, sağlayacağı milyar, hatta trilyon dolarlardan bahsedildi haberlerde. Daha yakın örneklerde Aselsan ve Bilkent Üniversitesi işbirliğiyle kurulan çip fabrikasında üretilecek Galyum Nitrat temelli çiplerin kilosunun 10 milyon dolar olduğundan bahsedilmişti. Yine İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde çalışmalarına başlanan “Kuantum Nokta”ların kilosunun da 10 milyon dolar olduğuna değinildi.
Bu noktada Kuantum’u bir kenara bırakalım. Ajanslar, haber siteleri bunları yazarken kimi zaman ilgili açılışa katılan Bakan statüsündeki kişilerin görüşlerine de yer veriyor. Örneğin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Ar-Ge’nin önemine değindiği bir konuşmasında 1400 kilogram domatesin 1 iPad etmediğinden bahsetmiş. Yukarıda bahsettiğim “Galyum Nitrat’ın kilosunun 10 milyon dolar” olduğu bilgisi ise Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’a ait. Konu bilim ya da teknoloji olunca farklı dönemlerde Bakan seviyesindeki farklı isimlerin benzer konuşmaları arşivlerde yer alıyor. Bakan seviyesindeki her açıklamanın televizyonlarda da yayınlandığını hatırlatmama gerek yok sanırım…
Domates soslu bilim
Ajansların hitap ettiği kitleler farklı eğitim seviyelerindeki milyonlarca kişi olabilir. O açıdan bakıldığında bilimi kiloyla tartmak bir nebze mantıklı da görünebilir. Ancak yapılan açıklamaların hiçbirinde bahsedilen ürünlerin, teknolojilerin asla bir domates, patates kadar çok satmayacağını göremezsiniz. Gerçek rakamlardan gidelim. TÜİK verilerine göre Türkiye’de 2013 yılı sofralık domates üretimi yaklaşık 8 milyon ton. Bu miktar, 1 milyon 280 bin dekarlık bir alanda üretilmiş. Dumlupınar Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yunus Erdoğan’ın açıklamasına göreyse bor işleyen tesislerden çıkan atık 3,5 milyon ton. Ancak bunun tamamı Rubidyum ya da Sezyum anlamına gelmiyor. Atığın içinden 1000 ppm kadar bir kazanım olabileceğinden bahsediliyor. Wikipedia, ppm için; “Herhangi bir karışımda toplam madde miktarının milyonda 1 birimlik maddesine 1 ppm denir.” diyor. Yani, iş öyle haberlerde yazılıp çizildiği gibi kilo hesabı yapmaya hiç ama hiç benzemiyor…
Yine de bilimi kiloyla tartalım dediğinizde ise küçük bir binadaki yüksek teknolojili bir laboratuvar çıkıyor karşımıza. Hadi büyükçe bir fabrika diyelim. Kapladığı alan hepi topu 20 – 30 bin metrekare. İçindeki laboratuvar deseniz olsun olsun birkaç yüz metrekare. Geliştirilen ürünlerin değeri kilo hesabıyla milyonlarca dolar. Tabii, atlanmaması gereken çok ama çok önemli bir nokta daha var: Bu teknolojiyi üretiminde kullanacak yüksek teknolojiden faydalanan bir endüstriniz olmalı…
Özetle, siz sakın bazı yetkililer gibi, Rubidyum, Galyum Nitrat vb. gramla fiyatlandırılan ve niş pazarlara hitap eden ürünlerden domates gibi 8 milyon ton satacağınızı söylemeyin. En hafif tabiriyle onyıllar boyunca dalga geçilen biri olursunuz.
Kilo değil, PISA
İşte bahsettiğim bu nedenlerden dolayı bu tür haberlerin gerçekten doğru şekilde verilmesi gerekiyor. İnsanlara anlatırken keşfin, yeniliğin bir mucize değil, basamak atlamayı sağlayacak bir şey olduğunu söylemek gerekiyor. Gerekiyor ki; haberleri okuyanlar, izleyenler içi boş iddialarla yaşamlarını boşa harcamasın.
Sonuç olarak; yüksek teknolojiye, Ar-Ge’ye elbette yatırım yapmalıyız. Ama farkedilen her yeniliğin bizi dünyanın en ileri teknolojiye sahip, dünya ekonomileri arasında ilk 10’a sokabilecek seviyede olmadığını da algılayabilmemiz gerekiyor. Eğer amacımız gerçekten buysa, içi boş hesapları bir kenara bırakıp, uluslararası geçerliliği olan PISA gibi eğitim kriterlerine uymak inanın çok daha mantıklı olacak…
Şimdi bunlar magazin tabi.
Adam Spinoza’nın, Hegel’in, Descartes’ın, Kant’ın eserlerini tümüyle okumadan eleştirebiliyor.
Böyle yüzbinlerce sözde makale var ve bilim/felsefe diye yayınlanıyor.
Aynı şey Edebiyat/Sanat içinde geçerli. Yeşilbaşlı ördekten Yunus’un ne anlatmak istediğiyle ilgili Anadolu’da binlerce sözde tez verilecek yine.
Bu budala trend Avrupa’da da yok değil. Yatak pozisyonundan kişilik kategorileri dahi çıkarmışlardı. Bu yüzden Hegel, Kant, Freud, Leibniz, Spinoza, Socrates, Plutarkhos, Zenon kıymetli.