Öyle ya, zaten hayatımızın her anı, bir sürü reklamı tüketmek, farkında olmadan maruz kalmak, örneğin sinemalarda artık neredeyse filmin uzunluğuna erişen reklamlara mahkum olmak, ürün yerleştirme vs. cinliklere bıyık altından gülümsemek ya da nefret etmek; çoğu zaman aslında bir çok reklamı temsil etmek, elimizde taşımak, üzerimize giymek, evimizde görmek ve sokaklarda göstermek durumundayız… Bundan da kaçışımız yok, ona da tamam…
Malumu ilam
Akıllı telefon demek serbest, tablet demek de, arama motoru, sosyal medya, arkadaşlık sitesi, iş ağı ya da mikro blog denebilir, sıkıntı yok…
100 kişiye sorsaydık çoğunluğun aklına gelecek ilk marka nedir? Boşlukları zihnimizden dolduralım.
Akıllı Telefon: ……………
Tablet: ………………
Arama Motoru: ………………….
Mikro Blog: ………………
Arkadaşlık Sitesi: …………….
İş Ağı: …………..
Boşluklara yazacağımız şeyler her neyse birer marka değil midir? Diğer her marka kadar marka onlar da… Yani ilgili ürünlerin “haber değeri” onların marka olma durumlarından daha aşkın bir fark yaratarak, bambaşka bir noktaya getiriyor konuyu.
Geldik bir çıkmaza
Ben tabii ki olmasın demiyorum, ama: Bir haber programın ya da filmin, arkadaşlık sitesi sayfası olması ve bunun alenen yayın esnasındaki teşhiri “marka söyleyemezsin” meselesini saçmalaştırmıyor mu?
Piyasa dediğimiz “şey” de, bir şeyi sorun olarak görmek ya da görmemekle ilgili tercihlerin toplamından oluşan bir sahne elbette…
Yasa koyucunun ve yürütmenin yanısıra “piyasa büyüklerinin”, yapılması imkansız talepler yığını üreterek herkesi şaşkına çevirmesinin de bir takım sınırları olmamalı mı?
Bir Kaos Örneği: Şirketlere Web Sitesi Zorunluluğu Hadisesi
Son cümleden olarak, geride kalan yıllarda yaşanan benzer, yasama ve yürütme kararları bağlamında, piyasada oluşan verimsiz kargaşalardan kritik bir örneği anımsamak yararlı olabilir.
Bir ara ortalık kaynıyordu. Herkese mailler geliyordu sabah akşam durmaksızın: Web sitesi yapmazsanız hapse gireceksiniz türünden… Bu yaklaşık 6-7 yıl sürdü.
Sonuç hakkında anlamlı ve yaygın bir değerlendirme gören, duyan, okuyan var mı?
Bu felaket tellalı maillerle kaç kişi web sitesi yaptırdı? Sonra ne oldu? Şimdi o siteler nerde? Bizi kurtaracağını söyleyen web firmaları nerde? O kadar arbede neyi çözdü? Bu soruları kim soracak? Daha da önemlisi kimler yanıtlayacak? Ve asıl konu aslında ne olacak?
Bu konu ne zaman açıklığa kavuşur fikri olan var mı gerçekte?
Konumuza dönüyoruz
Müfreze- Platoon (1986) tarihli Oliver Stone filminin afişinde belirtildiği gibi: Savaşın ilk zayiatı masumiyettir.
Teknoloji konusunda iş yapmaya çalışan Startup ve KOBİ’ler, -bu cümleyi, hayatta kalmaya çalışan küçük şirket ve girişimler olarak da okuyabilirsiniz- böylece herşeyin aslında reklama dönüştüğü bu yerde, elleri böğürlerinde ve boğazlarını sıkmaya devam eden bir takım yazılı ve yazısız kurallar gereği, kendilerini anlatmalarının olanaksız olması nedeniyle, susmak zorundalar. Anlatabildim mi? Reklama girer yoksa…
Reklama girer
İşte bunu hiç bilmiyoruz, bazen uluslararası medyada bile, bir takım yeni girişimler/markalar büyülü bir şekilde öne çıkarılabiliyor. Ama birilerinin süzgecinden geçmek, bir takım filtrelere tabii olmak da gerekli olmalı herhalde.
Masum garaj hikayeleri, öğrenci yurtları ve kantinlerinden uluslararası piyasanın belirleyici aktörlerine dönüşen masalsı kişilikler: “Mark’ta o tişörtten bir sürü var, korkmayın, kokmuyor”
Facebook ile ilgili bir BBC ortak yapımı belgeselde, üst düzey bir kadın yönetici böyle diyordu kameralara gülerek.
Fizik gibi, biyoloji gibi bi’şey bu demek ki?
Ticari hayatta da büyümek, içinde herşeyi ve herkesi barındırdığında büyük çaplı bir çekim gücü oluşuyor, sonsuz evrendeki bir toz bulutunda asılı minik mavi çekirdek üzerinde yaşayan karbon bileşikleri arasındaki bu manasız savaşlar insan öğütmeye devam ediyor.
“Larry Ellison her ay bir şirket alıyordu, 2008 krizinde her ay 2 şirket aldı.” Bu cümlede reklam olan ve olmayanın ne olduğuna kim karar verecek?
Büyük markalar, küçük markaları sanki konakçı parazitler gibi hissettiriyor, ama varlık nedenleri olduğunu da bildiklerinden ara ara verdikleri ayarlar dışında iyi geçinmeye çalışıyorlar.
“Kraldan çok kralcılık” bu mudur? Budur!
Bir arkadaşım gelişmekte olan markaları ile ilgili Vikipedi’ye içerik girmek istedi ve bana sordu. İlk vikipedi yazarlarından sayılabileceğim için ilgimi biliyordu. Bu deneyi siz de yapabilirsiniz: Herhangi bir büyük şirket adı boşluk vikipedi yazıp aratın. Çıkan ayrıntılı bilgi sizi oldukça şaşırtabilir. Arkadaşım bunu görmüş ve şirketinin gayet güzel logosu, yeterli düzey başarıları ve anlamlı metinlerle bana geldi. İçeriği kurallarına tam olarak uyarak yaptık ve gerçekten çok güzel oldu…
Sadece bir kaç saniyeliğine ama…
Muhtemel Türkçe viki içeriğinde silinmesi çoktan gereken binlerce saçma içerik olduğuna eminim, yaptıklarımızın çalışkan ve muktedir bir editör tarafından tamamen silinmesi sadece bir kaç saniye sürdü…
Yani piyasa ve içinde barındırdığı saçmalıklar her yere sirayet etmiş durumda.
Küçük ayrıntılar büyük ayrımcılık
Burada herhangi bir şeye karşı olmak ya da destek olmaktan sözetmiyorum, o mevzular sorunu daha da karmaşıklaştırarak tamamen anlaşılmaz hale getirecek herşeyi, sadece sürecin gelişimi bağlamında oluşan tuhaf ve ölçüsüz ayrımcılığın görünür olmasını istiyorum, hiç olmazsa kendimizi kandırmaktan vazgeçebiliriz belki böylece, yavaş yavaş da olsa…
Şeytanın gizlendiği ayrıntılar, bazen sıradanlık kisvesi altında herşeyi belirlemeye başlamıyor mu?
Yazıda iki kelime var ki benim 9 yıldır hemen her dalda bizatihi gözlemlediğim Klasizmin korkunç iktidarını işaretliyor: Sıradanlık, Sirayet.
Tıpkı bir odanın en uç köşelerine değen, varolan, orada olan, önemsenmeyen -bilinmeyen- hava gibi, klasizmde her yanı sarmış iğrenç bir kabuktan başkası değil.
İş dünyasına yakından baktığımızda reklam ve politikayla bu klasizmi destekler görüyoruz. İşin önceki cümlenin içinde daha da garabeti yine Reklam, Siyaset, Spor, Sağlık, Hukuk ve Teknoloji’de de aynı klasizmin desteklenir oluşu ama ‘kendisinden’ bihaber oluşudur.
Sevgili Şermet Linkedin kullanmıyorum.
İyi çalışmalar.:-)
FT